Daha gerilerde elinde kopuz taşıyan kimselerin “hürmetine” saygı gördüğüne inanılan Dede Korkut ve de Hoca Ahmet Yesevî halk geleneğinin ardılları ve de 13. Yüzyıl Babaîlerinin bakiyeleriydiler…
Orta Asya’da teşekkül edip Kafkaslar ve Anadolu üzerinden geniş bir coğrafyaya yayılan millî Türk şiirinin, âşıklık geleneğin uzantıları Yunus Emre, Pîr Sultan, Teslim Abdal, Kaygusuz Abdal, Kul Himmet ve hattâ Karacaoğlan, Dadaloğlu geleneğiyle de iç içe..
Bu geleneğin kopuzu ve de avazıydılar
Eski geleneklerden gelen, dönemine tanıklık eden yüzyıllık şiirlerin”irticalen” söylenegelmiş olanlarını yaşattılar. Özünü bozmadan, çalıp çığırırken, kısmen de olsa bozup parçaladılar, ama yine de, aslına uygun olarak yeniden yarattılar.
Osmanlı tarihçisi Aşık paşazade’nin nitelemesiyle Toplum içinde sosyal bir zümre olarak önemli bir rol oynayan; “Abdâlân-ı Rum”, yani “Anadolu Abdalları” idiler…
Celali İsyanları’yla çalkanırken Anadolu, Pir Sultan kaldırmıştı sazını bu gelenekten…
Anadolu’da türküyü şarkıyı “günah” sayıp, çalıp söyleyenleri ”hak mezhep dışı“ gören kadı zadelerle, tasavvufçular çatıştı.
Tarihe “Kadı zadeler” adıyla geçen ve şeriat açısından katı bir yol tutan âlimlerle “tasavvufçular” arasındaki çekişmede, Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan kadı zadelerin sözü geçer olmuş, Abdallar da işte bu zorlu koşullarda doğal olarak “kendilerine terk edilen” Türk Halk Müziği’nin ve oyun kültürünün doğal taşıyıcıları olmuşlar, Düğünlerde, muhabbet sofralarında yaşatmışlardı
İşin aslı; “Sünni Taassup” şarkıyı türküyü abdala havale etmiş, “Abdal” adı zaman içinde aşağılanan bir sıfata dönüştürülür oluvermişti.
Tasavvufçuların yadsımadığı musiki ve Semah’ın, “günah ve sapkınlık” olduğunu söyleyen kadı zadelerin, dini de kullanarak yaptığı menfi propaganda bir hayli etkili olurken Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuyla daha bir aralandı türkülerin tarihe tanıklığı..Müzik edebiyat ve folklor tarihimize kazındı.
Büyük sosyal olaylarla Yavrusu ölen deve gibi bozularken Anadolu, onlar da Nesilden nesile aktarımlarda,“Bozlak” tarzında olağanüstü ve de Anadolu’nun Yüzyıllık çığlığının ve türkülerin bugünlere gelmesinde haklı bir gurura sahiptiler.
Babadan oğla birlik olup taşıdılar yüzyılların deyişlerini…
Anadolu’da halk eski saray müzisyenlerinin esamisini okumazken bu halk kendi geleneğini benimsedi ve yüceltti.
Bulduk ve Yusuf ustalardan Muharrem Ertaş’a, Hacı Taşan’dan, Çekiç Ali’ye, nesillerince intikal eden bu geleneğin en ünlü temsilcisi Neşet Ertaş; Hem geleneğinin hem de yaşadıklarının avazıyla çıka gelmişti……
Geleneğinin; “sevgi”, ”aşk” donundaki bir tezenesi, Yaşar Kemal’in nitelemesiyle ”bozkırın tezenesi” uçtu Anadolu’ya..
Daha gerilerde elinde kopuz taşıyan kimselerin “hürmetine” saygı gördüğüne inanılan Dede Korkut ve de Hoca Ahmet Yesevî halk geleneğinin ardılları ve de 13. Yüzyıl Babaîlerinin bakiyeleriydiler…
Orta Asya’da teşekkül edip Kafkaslar ve Anadolu üzerinden geniş bir coğrafyaya yayılan millî Türk şiirinin, âşıklık geleneğin uzantıları Yunus Emre, Pîr Sultan, Teslim Abdal, Kaygusuz Abdal, Kul Himmet ve hattâ Karacaoğlan, Dadaloğlu geleneğiyle de iç içe
Bu geleneğin kopuzu ve de avazıydılar
Eski geleneklerden gelen, dönemine tanıklık eden yüzyıllık şiirlerin”irticalen” söylenegelmiş olanlarını yaşattılar. Özünü bozmadan, çalıp çığırırken, kısmen de olsa bozup parçaladılar, ama yine de, aslına uygun olarak yeniden yarattılar.
Osmanlı tarihçisi Âşıkpaşazade’nin nitelemesiyle Toplum içinde sosyal bir zümre olarak önemli bir rol oynayan; “Abdâlân-ı Rum”, yani “Anadolu Abdalları” idiler…
Celali İsyanları’yla çalkanırken Anadolu, Pir Sultan kaldırmıştı sazını bu gelenekten…
Anadolu’da türküyü şarkıyı “günah” sayıp, çalıp söyleyenleri ”hak mezhep dışı“ gören kadı zadelerle, tasavvufçular çatıştı.
Tarihe “Kadı zadeler” adıyla geçen ve şeriat açısından katı bir yol tutan âlimlerle “tasavvufçular” arasındaki çekişmede, Osmanlı idarecilerine sırtını dayayan kadı zadelerin sözü geçer olmuş, Abdallar da işte bu zorlu koşullarda doğal olarak “kendilerine terk edilen” Türk Halk Müziği’nin ve oyun kültürünün doğal taşıyıcıları olmuşlar, Düğünlerde, muhabbet sofralarında yaşatmışlardı
İşin aslı; “Sünni Taassup” şarkıyı türküyü abdala havale etmiş, “Abdal” adı zaman içinde aşağılanan bir sıfata dönüştürülür oluvermişti.
Tasavvufçuların yadsımadığı musiki ve Semah’ın, “günah ve sapkınlık” olduğunu söyleyen kadı zadelerin, dini de kullanarak yaptığı menfi propaganda bir hayli etkili olurken Türkiye cumhuriyetinin kuruluşuyla daha bir aralandı türkülerin tarihe tanıklığı..Müzik edebiyat ve folklor tarihimize kazındı.
Büyük sosyal olaylarla Yavrusu ölen deve gibi bozularken Anadolu, onlar da Nesilden nesile aktarımlarda,“Bozlak” tarzında olağanüstü ve de Anadolu’nun Yüzyıllık çığlığının ve türkülerin bugünlere gelmesinde haklı bir gurura sahiptiler.
Babadan oğla birlik olup taşıdılar yüzyılların deyişlerini…
Anadolu’da halk eski saray müzisyenlerinin esamisini okumazken bu halk kendi geleneğini benimsedi ve yüceltti.
Bulduk ve Yusuf ustalardan Muharrem Ertaş’a, Hacı Taşan’dan, Çekiç Ali’ye, nesillerince intikal eden bu geleneğin en ünlü temsilcisi Neşet Ertaş; Hem geleneğinin hem de yaşadıklarının avazıyla çıka gelmişti……
Geleneğinin; “sevgi”, ”aşk” donundaki bir tezenesi, Yaşar Kemal’in nitelemesiyle ”bozkırın tezenesi” uçtu Anadolu’ya..
Aşklarda, gönüllerde, dilden dile kuşaktan kuşağa sevda türkülerinde en baştaydı..
Rahat uyu usta; ektiğiniz tohumlar filiz verdi..
“abdalsız çalgısız düğün olmuyor mu?” diyenlerin torunları ninelerinin ayağını yürütecek kadar saz çalar oldular.
Hani demiştin ya usta ;
“Nerede bir türkü söyleyen görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur.” Diye…
Rahat uyu usta;
Mini mini yavrular sazı omuzlarına öyle taktı ki…
Zamanın ve zamanelerin ürettiği kötülülüklerin aksine mezar taşına kazıttırdığın “incitme canı incitme”.düsturu, insanlık var oldukça yaşayacak.
Işıklar içinde yat…
ADNAN YILMAZ