Cumhurbaşkanı denince bize Allah gibi geliyor” (AKP Elazığ Milletvekili Zülfü Tolga Ağar) diyeninden tutunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı rüyada görmeyi “mevki sahibi” olmaya işaret olarak yorumlanması dahası, “rüyada cumhurbaşkanı ile konuşmanın, devlet kapısındaki işi için yetkili biri ile görüşmesi ya da işinde çok yüksek bir rütbe almasına işaret edeceğine” dair yazı ve söylemler doğrusu gırla gitti.
Vaktiyle Harran Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, Akit TV’de katıldığı bir programda,“Şu anda başkanlık sistemine gittiğimiz dönemde çok daha yetkili durumda Cumhurbaşkanımız… İslami olarak cumhurbaşkanına itaat etmek farzı ayın’dır. Karşı gelmek de harpten kaçmak manasına gelir haramdır. Biz itaat ediyoruz cumhurbaşkanımızdır” Şeklinde konuşarak işi getirip “Farzı ayn”a bağlayıp çıkması da hafızalarda…(https://tr.sputniknews.com/turkiye/201810301035915714-turkiye-jharran-universitesi-rektor-ramazan-tasaltin/)
*****
Farzı ayn:” İslam litaratürde Mükellef olan herkes tarafından mutlaka yerine getirilmesi îcâb eden farz anlamında geçer ve örnekleri verilir; Vakit Namazlarını kılmak, oruç tutmak vs gibi…”
Bu iş ölçüyü kaçırdı…
Bu ölçü tarihte de oldum olası “güçe tapan” ya da “güçüne taptırmak isteyenler” tarafından kaçırılmış, ama çok daha önemlisi dini inançlar üzerinden yapıla gelmiştir.
“zıllullah fi’l-arz” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) anlamında bir tabirdir.
Tarihte; konumlarını güçlerini sağlamlaştırmak ve yaptıkları her şeyin sorgulanmasını mantık süzgecinden geçirilmemesini isteyen sultanlar; “Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir.” İmasını ve algısını hep oluştura gelmişlerdir.
Esasen İslâm âlimlerinin bile büyük çoğunluğu, bu tabirlerin “sultana sınırsız keyfiyet sağlamasını düşündüklerinden” ürküp karşı çıkmışlardır.
Emevî ve Abbâsî halifelerinin, bu tabirlerle mevkilerini güçlendirmek ve itibarlarını arttırmak amacı güttükleri ve de “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi olma” şeklinde fetva verdirmeye meyil ettikleri de tarihsel bir vakıadır.
Bilim adamları ; hükümdarlıklarını ve egemenliklerini sürdürmek için dini ve yüce tanrıyı kullanan bu uydurmacaya “Muaviye’den Miras Kalan Mızrakların Ucuna Kur’an Sayfaları Takma Hilesi” olarak lanse etmekten çekinmemişlerdir.
Esasen bu işin boyutu sadece “İslam Tarihi”yle de sınırlı değildir.
“ZİLLULLAH-I Fİ’L-ALEM”
“Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” manasına gelen, “Ortaçağ Avrupa’sı”ndan, kendini “tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören “engizisyon günleri“nin “papa’lık makamı”ndan kalma bir deyimi olarakta kullanılmıştır..
Buradan Arapçaya, oradan da Osmanlı’ya girmiş, “allah’ın yeryüzündeki gölgesi”, “allah’ın âlemdeki gölgesi” manasında “halifeler ve hükümdarlar” tarafından teşvik edilmiş ve zavallı reaya halk tarafından da söylenegelmiştir.
*****
Eski çağların egemenleri, kralları da kendilerini tanrılaştırdılar.
“Boğa tanrı”nın heykelleri, krallar gibi sakal uzattı.
Krallar başlarına “boynuz” taktılar.
Egemenler, tanrılarla bütünleştirmekte buldu çareyi…
Böylece kutsattılar kendilerini.
Orta çağ boyunca Katolik Kilisesi’nin Arapça’dan Latince’ye çevrilmiş olan İncil’i istedikleri gibi yorumlayarak halkı sömürdüğünü ve bu durumun yeniçağ başlarında Luther, Kalvin gibi gerçek din bilginlerce İncil’in yaşayan, konuşulan dinlere çevrilmesiyle nispeten önlendiğini biliyoruz.
Böylece bir silahın ellerinden alınmasıyla sadece “soyluluk” dan başka sermayesi kalmayan derebeyleri, “cennetin anahtarı” karşılığında kiliseye ödedikleri büyük servetlerin nasıl boşa gittiklerini gördüler ve olanca güçleriyle direndiler.
*****
Çok eski devirlerin egemenliklerinin kendilerine uydurdukları tanrılarını onlara verelim de “mavi yolculuk” da yolcuları mesteden Beethoven’nın 9. senfonisine ruh olan Schiller’in “sevinç türküsü” nün mısralarında “yaradan” la şöyle buluşulur.
“Milyonlarca insan
Kucaklayın birbirinizi
Bütün dünyayı sarsın öpüşmeniz
Kardeşler, yıldızlı kubbenin üstünde
İyi yürekli bir baba otursa gerek
Koca dünya sezinliyormuşsunuz yaradanı”
*****
Türkiye’de de o büyük ve eşsiz insan Mustafa Kemal Atatürk laiklikle ve “Cumhuriyet devrimleri”yle aslında “Tanrı ile insan”ı kucaklaştırdı…
Aracıları defetti. Tanrı ile insanları özgürce buluşturdu vicdanlarda.
Öbür dünyanın “Cehennem korkusu” bir yana, bu dünyada Allah adına sorgu mekânları kurup, oturdukları evlerin odalarını “mezar evler” yapanlar mı insanı Tanrı’ya yaklaştıracaktı.
Galiba dini siyasa ederek neredeyse kendini peygamber ilan edecek “Fettullah Gülen Törör Örgütü Cemaati”inin sürecinden hiç ders almadık..
Kendinin şimdilik sistemle bağı koptu da ruhu mu yaşıyor siyasal İslamcı itin…
Yoksa dün; mecliste, mescitte, meydanda Fetöya övgü dizenler alışkanlıklarını mı sürdürüp Fetö’dan vazgeçer göründükleri dinsel misyonları Sayın Cumhurbaşkanı’na yükler oldular.
Sahi böyle bir “iklim” nasıl oluştu?
*****
HALİFE YAPMAK İSTEYENLERE YANITI:
“BENİ HALİFE YAPMAK İSTEYENLER EMİRLERİMİ YERİNE GETİREBİLECEKLER MİDİR?”
Ve yine Atatürk’ün kendisini halife yapmak isteyenlere cevaplarına bakar mısınız:?
- “Halifenin devlet başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan halkın bana ulaştırdığınız dilek ve tekliflerini ben nasıl kabul edebilirim. Kabul ettim desem, buna o halkların başında bulunanlar razı olur mu? Halifenin emir ve yasakları yerine getirilir. Beni halife yapmak isteyenler emirlerimi yerine getirebilecekler midir? Durum böyle olunca, anlamı ve fonksiyonu olmayan asılsız bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?”
- “Efendiler, açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hâlâ bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.”
- “Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını ve istiklâlini tehlikeye atamaz. Bizce, hilâfet makamı olsa olsa tarihî bir hâtıra olmaktan öteye bir önem taşıyamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının veya resmî hey’etlerin kendisiyle görüşmelerini istemesi bile, Cumhuriyet’in bağımsızlığına açık bir tecavüzdür.”
Tarihçimiz Halil İnalcık; “Biz Osmanlı değiliz. Osmanlı azınlıkların üzerindeydi. Aynı şeyi biz yapalım olamaz. Biz milli bir devletiz. Osmanlı bir imparatorluktu. Sultanın hâkimiyetini kim tanırsa, tebaası oluyordu. Bu bunalım (Neo – Osmanlıcılık) çok kötü neticeler verebilir” diye “Neo – Osmanlıcı”ları uyarır.…
Halil İnalcık, Osmanlı’nın yıkılış nedenleri arasında birinci neden olarak “padişahın kimseye hesap vermeyen sorumsuz otorite sahibi olması”nı gösterir ve bu durumu Osmanlı’nın yıkılma nedenlerinin başında sayar.…
“NEO-OSMANLICILIĞIN,” ORTADOĞU’DA BAŞARILI OLACAĞI HAYALİ ..
Kaldı ki günümüzde Ortadoğu’da ve bölgede etkin olmanın bir kuru hayali olarak “Hilafetli ve saltanatlı” bir ideolojik kılıfa sokulan “Neo-Osmanlıcılığın”, Ortadoğu’da başarılı olacağını ispatlamaya çalışanlar kendi ülkemize “yıkım ve hüsran” getirmekten öteye gidemeyeceği gibi, emperyalist güçlerin “paralı askerleri” haline gelerek oradan oraya sürülen “cihatçı kiralık unsurlar”ın ülkemize oldubittilerle ihraç edilmesinin ve baş edilmez bir kaosun önünü tümden açacaktır.
Adnan Yılmaz