Anadolu Abdal Ozan geleneğinin son temsilcilerden Neşet Ertaş, vefatının 11. yılında anılıyor.
Neşet Ertaş’ı bir birey olarak ve kendi topluluğunun kültüründen, benliğinden ayrı tutarak anlamak hiç mümkün değil!
Anadolu Abdalları; daha gerilerde elinde kopuz taşıyan kimselerin “hürmetine” saygı gördüğüne inanılan Dede Korkut ve de Hoca Ahmet Yesevî halk geleneğinin ardılları ve de 13. Yüzyıl “Babailer” inin bakiyeleridirler.
Orta Asya’da teşekkül edip Kafkaslar ve Anadolu üzerinden geniş bir coğrafyaya yayılan millî Türk şiirinin, âşıklık geleneğin uzantıları Yunus Emre, Pîr Sultan, Teslim Abdal, Kaygusuz Abdal, Kul Himmet ve hatta Karacaoğlan, Dadaloğlu geleneğiyle de iç içeydiler….
Eski geleneklerden gelen, dönemine tanıklık eden şiirlerin “irticalen” söylenegelmiş olanlarını yaşatmış, özünü bozmadan çalıp çığırırken kısmen de olsa bozup parçalamışlar, ama yine de türkülerindeki yaygın “Tasavvuf” çeşnisinde de görülebileceği gibi özüne uygun olarak yeniden yaratmışlardır. Nesilden nesile aktarımlarından kaynaklı “Bozlak” tarzında olağanüstü olmanın yanında yüz yıllık türkülerin bugünlere gelmesinde haklı bir gurura sahiptirler.
Neredeyse tüm Anadolu’da söylenegelen; “Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.” sözü, Abdalların tüm yaşamlarının düğünlere endekslendiğini anlatması bakımından hayli önem taşımaktadır. Yine; “Abdalın karnı doyunca gözü yolda olur.” ya da “Dağ yürümese abdal yürür.” özdeyişleri Abdalların bir başka özelliğine, “gezginciliğine” vurgu yapmaktadır.
Özellikle belirtmekte yarar var ki; bozlak ve türkü geleneğinin yaşatılmasında düğünler önemli bir köprü görevi yapmıştır.. Düğünlerde “çalgıcı ekibi”nin türkü ve oyunlarına; davul, zurna, divan sazı, bağlama, keman, darbuka ve kaşık eşlik etmiştir.
Kırşehir Abdallarının, bir Muharrem Ertaş’ın, Çekiç Ali’nin, Hacı Taşan ve benzerlerinin, sadece Dadaloğlu ve Karacaoğlan’a ilişkin yayınlanmış kitaplardan parçalar çalarak, havalandırdıklarını düşünmek bütünüyle doğru olmaz. Bu duruma bir geleneğin sürdürülmesi ve doğal bir etkileşim olarak bakmak gerekir. Kaldı ki, Abdal geleneğince havalandırılan türküler “irticalen” nesillerinden kendilerine intikal eden türkülerdir ki, bunların birçoğunda “tasavvuf çeşnisi” de görülmektedir. Bu nedenle Karacaoğlan ve Dadaloğlu geleneğiyle, “Abdallar geleneği”ni “et-tırnak” eden “benzeşme” unsurları, bir hayli dikkat çeker.” Kırşehir Abdalları”nın yaygın söylediği parçalarda bunun somut izleri görülür.
Büyük sosyal olaylarla Yavrusu ölen deve gibi bozularken Anadolu, onlar da nesilden nesile aktarımlarda, “Bozlak” tarzında olağanüstü ve de Anadolu’nun Yüzyıllık çığlığının ve türkülerin bugünlere gelmesinde haklı bir gurura sahiptiler.
Babadan oğula birlik olup taşıdılar yüzyılların deyişlerini…
Arap milliyetçiliği’nin dayattığı katı sofuluğun, çalmayı, çığırmayı yasakladığı ve günah saydığı zaman dilimlerinde, kendi kültürümüz Arap’ın ilkel değer ölçülerine feda edilirken, bu kuşatmanın yarılmasında, zulmün yerilmesinde, aşkın ve sevginin yüceltilmesinde yıllar yılı horlanmalarına rağmen yaşamları, sosyal ilişkileri ve icra ettikleri saz ve söz sanatıyla eşsiz katkılar sağladılar..
Tasavvufçuların yadsımadığı “musiki ve Semah”ın, “günah ve sapkınlık” olduğunu söyleyen kadı zadelerin, dini de kullanarak yaptığı menfi propaganda bir hayli etkili olurken Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla daha bir aralandı türkülerin tarihe tanıklığı… Müzik edebiyat ve folklor tarihimize kazındı.
Anadolu’da halk; eski saray müzisyenlerinin esamisini okumazken bu halk kendi geleneğini benimsedi ve yüceltti.
Kırşehir Abdalları, yüzyılların acılarıyla yoğrulup, acılı Türkmen yaşamının öykülerini kopuzlarıyla bugünlere taşıyan ve bakir kalan bir kültür köprüsüdürler. Özellikle Kırşehir Abdallarıyla akrabalık da dâhil, birçok yönden bağdaşan Keskinli Abdallarca söylenegelip yaygınlaştırılan türkülerde de Karacaoğlan tarzı, buram buram hissettirmektedir.
Bulduk ve Yusuf Usta’lardan Muharrem Ertaş’a, Hacı Taşan’dan, Çekiç Ali’ye, nesillerince intikal eden bu geleneğin en ünlü temsilcisi Neşet Ertaş; Hem geleneğinin hem de yaşadıklarının avazıyla çıka gelmişti…
Bu geleneğin ünlü temsilcisi Neşet Ertaş müzik yaşamı süresince ve de Hakk’a yürüyüşünde ciddî ve köklü bu kültür hazinemize hizmetin ötesinde evrensel boyutlarda ilgi kazandırmıştır.
Anadolu’nun asırlardır birikmiş müzik kültürünün, ve tasavvufunun özünü oluşturan birçok müzikal değerlerin halka aktarılmasına öncülük eden bir geleneğin,” Anadolu Abdal Ozan geleneğini”n şüphesiz en büyük temsilcisiydi..
Aşklarda, gönüllerde, dilden dile kuşaktan kuşağa sevda türkülerinde en baştaydı..
Babası Muharrem Ertaş‘ın müziğinde ki tarih; onun müziğinde, derin tasavvuf çeşnisi içinde gönül dostluğunu ünleyen nefesler olup uçtu.
Vaktiyle ve zorlamalarla Anadolu halkında çeşitli sebeplerle oluşan, çalgının, türkünün günahsandığı ve ayıplandığı zamanlarda bile Türk Halk Müziği’ni ve oyun kültürünü velhasıl Yüzyılların Anadolu’sunun yaşam tarzını; kemanın inceliğinde, boz davulun gümbürtüsünde, sazın tellerinde bugünlere, kaynağından taşıyan bir “kahraman geleneğin” ta kendisiydi.
İşte bu yüzdendir ki Neşet Ertaş’ı anlamak için “Gönül Gözü ”nün açık olması gerekir.”
Bu gönül gözü ki Dede Korkut ile Hoca Ahmet Yesevî dönemi halk geleneğinin, elinde kopuz taşıyan kimselere, “Dede Korkut hürmetine” saygı gördüğü “gönül gözü’ dür..
Onun türkülerinin sözleri aynı geleneğin Yunus Emre’nin, Âşık Veysel’in de gönül gözüdür.
Anadolu da hasta olanların “üzerime bir Karacaoğlan okuyuverin” dediği gönül gözüdür.