Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubat tarafından kendisine “ikta” olarak verilen Kırşehir’e yerleşen Muzafferüddin Behramşah, Mengücek ailesinden önemli bir şahsiyettir.
Kırşehir‘e yerleşen Muzafferüddin Behramşah; Mengüçlü Beyliği’ni oluşturan bir ailenin mensubudur. Bu Mengücekliler, Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da Erzincan merkez olmak üzere, Kemah, Divriği, Şebinkarahisar, Tunceli, Elazığ yöresinde kurulmuş bir Türk- Türkmen Beyliği olup, Kurucusu Malazgirt Savaşı’na Selçuklu Sultanı Alp Arslan‘ın komutanı olarak katılmış Mengücek Gazi‘dir
Mengücük sülalesinin kurucusu olarak bilinen Mengücük, Gazi; Alp Arslan’ın Malazgirt Savaşı’na katılan önemli komutanlarından biridir.1071 Malazgirt zaferinden sonra bölgenin savaşta önemli roller üstlenen komutanlar arasında merkezi sultana bağlı olarak idari bölüşüme tabi tutulduğunda Mengücek ailesi de bu paylaşımın içindedir.
Nitekim “Mengücekli Beyliği’nin, 1071 yılında Bizans İmparatorluğu ile Selçuklular arasında yapılan Malazgirt Savaşı’ndan sonra, Selçuklu Devleti Sultanı Alp Arslan’ın kumandanlarından olan ve hakkında kaynaklarda pek az bilgi bulunan Mengücek Gazi tarafından Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar il ve ilçelerini İçine alan bölgede, 1080 yılında kurulduğuna ilişkin bilgiler mevcuttur.
Selçuklu döneminde önemli fonksiyonlar ihtiva eden bu ailenin önemli bir ferdi olan Muzafferüddin Behramşah’a Alâeddin Keykubat tarafından, Kırşehir ve çevresindeki arazinin “ikta” olarak Muzaffereddin ve üç oğluna verildiğini İbni Bibi bildirmektedir, (İbni Bibi, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi çev. MN Gençosman Uzluk Basımevi, Ankara,1942,s.140)
“Mengücük Ailesi’nin Selçuklu sultanları nezdinde “özel” bir yere sahip olduğu, Selçuklu sultanları ile sık sık kız alıp verme şeklinde “akrabalıkları” nedeniyle de Kırşehir’de “öncü ve nüfuz sahibi” büyük bir seçkin aile olduğu görülmektedir.
Mengücekoğulları adıyla anılan bu büyük ailenin ve kollarının Yukarı Fırat/ Karasu havzasında, 11.yy sonlarında başlayan siyasal tarihleri, en geç 13. yy ikinci yarısında kapandığı görülen bu ailenin Anadolu Türk uygarlığına kazandırdıkları sanatsal- kültürel eserlerin günümüze ulaşanlarının en görkemlileri olarak Divriği, Kemah’la birlikte Kırşehir’de verdiği biliniyor.
Muzafferüddin Behramşahın Kırşehir’de “ikta” edildiği o günlerden bugünlere kalan en önemli iz; “Mengücek Oğlu Behramşah (Melik Gazi) Türbesi ve Medresesi’dir.
Buğun Kırşehir’de Melik Gazi Türbesi ve şimdilerde kalıntıların yerinde cami olarak kullanılan ve maalesef yıkıldığından bugünlere gelemeyen Muzafferüddin Behramşah Medresesi ve hemen yakınında hala mevcudiyetini koruyan Melik Gazi Türbesi mevcuttur.
Kaynaklar, Mengüceklilerden Fahreddin Behramşah’ın 60 Yıl saltanat sürdüğünü 1228’de öldüğünü dolayısıyla 1165 yılında tahta geçtiğini duyurmaktadır ki, Erzincan’daki bu hâkimiyetinin 1071 Malazgirt Savaşı öncesine tekabül etmesi bir hayli de ilginçtir.
Fürüzanfer; Fahreddin Behramşah’ın 1228’de öldüğünde oğlu Davut Şah’ın tahta oturduğunu sonrada Selçuklu Sultanının Erzincan’a, dolayısıyla Mengücek hâkimiyetine el attığından söz eder.
Genceli Nizami’nin “Mahzen-i Esrar” adlı Farsça eserinde ki bu eser devrin meşhur âlimlerinden Genceli Nizami tarafından Fahreddin Behramşah‘a takdim edilmek üzere yazılmıştır.
Bu eserde Behram Şah’dan : “Altı bucağın, yedi feleğin padişahı, dokuz dairenin merkezi, şahların başbuğu, sonsuz bilgisiyle cihanın en ünlüsü, savaş günlerinin kahramanı, insanlık mayasının şerefi, dünya gözünün ışığı, sultanların sığınağı, şahlara taç veren, sultanları tahta oturtan” hükümdar şeklinde bahsedilir.
Fürüzanfer, Fahreddin Behram Şah’a ilişkin en eski kaynakların tenkidi ile sunduğu bilgilerde ‘Erzincan’da hiçbir düğün ya da yas yoktu ki onun mutfağından oraya nimetler götürülmesin yahut o şenliği kendi huzuru il şereflendirmesin. Her tarafa dağıttığı ihsanlardan başka, kış mevsiminde dağlara, kırlara arabalara yüklettiği daneleri saçarak kurtların kuşların bile yiyeceklerini temin ettiğini’ aktarır
Fahreddin Behramşah ’la birlikte oğlu Davut Şah’ın birçok ilimlerde, astroloji ’de mantık ve tabi ilimler de, ilahiyatta ve hatta Matematik de bile ün saldıklarını dönemin tüm kaynakları dışa vurur.
Fahreddin Süleyman, İzzeddin Siyavuş ve Nasireddin Behramşah adlarında üç oğlu ve yandaşlarıyla birlikte Kırşehir’e yerleştirilen Muzafferüddin Behramşah, Ilgaz’a yerleştirilen Davut Şah’ın da kardeşidir.
Birçok kaynak Şebin Karahisar fethinden sonra Kırşehir’e nakledilen ve Selçuk himayesinde bulunan “Mengücük oğlu Muzafferüddin” in, manevi vasıflarındaki düşüklüğü nedeniyle kızını Sultan II. Gıyaseddin’e vermekten kaçındığını belirtir.
Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’ye göre; Sultan Alaaddin zamanında Kırşehir’e yerleştirilen Melik Muzafferüddin Behramşah’ın kızını Sultan II. Gıyaseddin istemiş, sultanın uygunsuz şeylerle meşgul olduğunu düşünen Behramşah, babası sultan Alâeddin Keykubat’ı zehirleyerek öldürüp tahta oturan bu sultan için “Bizim hanedanımıza damat olmaya layık değil” demiş, ama Behramşah’ın masum kızı şeriat hükümleri uyarınca sultanın “harem dairesi” ne götürülmüştür.
Kızılırmak üzerinde kurulu bulunan ve zamanında Kırşehir’le Konya topraklarını birbirine bağlayan 13 gözlü “Kesik köprü”, rivayetlere göre Behram Şah’ın kızını alan II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından gelin alayının geçmesi için yaptırıldığı rivayet edilir..
Muzafferüddin Behramşah; vefat edene kadar çoluk, çocuğuyla Kırşehir’de oturmuş, ilmi meselelerle ilgilenmiş ve burada bir de medrese yaptırmıştır.
1858’de Kırşehir’i ziyaret eden Alman seyyahlar Heinrich Barth ve A.D. Mordtmann şehirdeki iki medresenin varlığına işaret etmiş, bunlardan ilki Caca Bey Medresesi, diğeri ise Melik Gazi Medresesi’dir. Medresenin Caca Bey Medresesi’ne yakın bir konumda bulunduğu ve 1858’de yapının medrese olarak kullanıldığını, yapının II. İzzettin Keykavus döneminde Fahrettin Behramşah oğlu Melik Muzafferüddin tarafından yaptırıldığını, inşa kitabesi ve 1853 yılında bir onarım geçirdiğini belirten bir tamir kitabesinden söz etmektedir
Bugün birçok kaynakta geçen ve Behramşah tarafından 1246 yılında yaptırıldığı bilinen Kırşehir’deki Behramşah Medresesi’nden eser yoktur. Ancak sekiz köşeli “Türk çadırı” biçiminde yapılan Mengücek oğlu Behramşah (Melik Gazi) Türbesi, dönemin bir tarih notunu bugünlere taşırcasına gelebilmiştir.
Anadolu Selçuklularının mezar anıtları olan kümbetlerin şahane bir örneği olan Melikgazi Kümbeti, şehrin merkezinde Cacabey Medresesinin doğusunda, “Lale camii“nin arkasındadır.
XIII.yüzyılın ilk yarısında, Mengücekoğlu Muzaffereddin Behram Şahın, ölümünden sonra ve zevcesi tarafından yaptırıldığı yönünde bir kanaat vardır.
Köşeli üçgen şeklinde yassıltılmış kare bir kaide üzerinde, sekizgen olarak yükselen yapıyı, yanlara taşan konik bir külah örter. Külâhın daire biçimindeki kaidesinde üçgenle bitirilen bir saçak üzerine konuşlanır..
Dıştan bakınca eski Türk çadırlarını hatırlatan kümbetin kapısı beyaz mermerden ve zengin dekorludur.
Mengücük Erzincan kolu emirlerinden Melik Muzafferüddin ’in Kırşehir’de inşa ettirdiği tartışmasız olarak bilinen, ancak bu gün mevcut olmayan Melik Gazi Medresesi, Mengücük hanedanlarının sanata ve kültüre verdiği önemin somut ipuçlarıdır.
Cevat Hakkı Tarım; Kırşehir’de mülkiye müfettişliği ve Mucur ilçesinde kaymakamlık yapan emekli valilerden Ali Kemal Akyürek’in “Erzincan Tarihi” adlı eserinden bahsetmekte, bu eserde Akyürek’in, “Behramşah medresesi”ni İzzettin Keykavus zamanında 1246 yılında yaptırdığını, medresenin kitabesinde de “Muzaffereddin bin Melik Behramşah” diye yazıldığını ve bu medresenin “Kırşehir’deki yığma tepe üzerinde olduğunu” yazdığını duyurmaktadır.
Cevat Hakkı Tarım sözü edilen medresenin vaktiyle var olan kitabesinin 1897’lerde “Kalehöyüğü”nde bulunan “Alaaddin Camii’nin onarımında kullanılarak cami kapısına getirilip konduğunu, sonradan da Cumhuriyet döneminde İnkılabı yanlış anlayan bir tarih hocası tarafından bu kitabenin Ahi Evran Mescidi’ndeki kitabe ile birlikte silindiğini ve okunamaz hale geldiğini belirttikten sonra, vali Akyürek’in kitabe silinmeden “Alaaddin Camii’nin kapısında okuyup kaydetmiş olduğunun sanıldığını söylemektedir
Yine Cevat Hakkı Tarım bu türbeye ilişkin olarak 1948 tarihli “Kırşehir Tarihi” kitabında “Bu kümbetin tam kapı karşısında büyük bir medrese bulunduğunu ve 50-60 yıl öncelerine kadar ayakta duran kapısı sökülerek Kırşehir Kalesinde bulunan Alaaddin Camiinin tamirinde kullanıldığını ihtiyarlar söylemektedirler. Kapı üzerindeki kitabe inkılabı ters anlayan bir öğretmen, evet cumhuriyet döneminde bir tarih öğretmeni tarafından silindiği için okunamıyor.” şeklinde bilgiler sunmaktadır.
Bazı kaynaklarda yıkılan medrese yapısı içinin, İlhanlı dönemlerinde “darphane” olarak kullanıldığını da dair söylentiler Kırşehir’de bir yaygındır. Nitekim Bulunan çeşitli “Sikke” koleksiyonlarında Mengücekliler’den ilk sikke darp ettirenin, Fahreddin Behramşah olduğu darp ettirdiği ilk sikkesinde darp yeri belirtilmediği, darp tarihi olarak hicri 563 yazıldığı. Diğer sikkelerin tamamında ise, darp yeri olarak Erzincan yazıldığına dair somut koleksiyon inceleme sonuçlarına rastlanır.( Sanat Tarihi Dergisi Sayı/Number:XIII/1 Nisan/April2004, 95-105 Mengücekli Beyliği Sikkeleri Adil Özme)
Yine Mengücüklüler’den Ahmet Şah tarafından 1223-1228 yılları arasında yaptırılan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa Kompleksi’nin “darüşşifa” bölümü dört eyvanlı, kapalı avlulu medreseler grubu içerisinde sayılmaktadır.
.Mengücük sülalesinin kurucusu Mengücük, Gazi Alp Arslan’ın Malazgirt Savaşı’na katılan komutanlarından biridir. Bu komutan başarılarından dolayı Erzincan, Kemah, Divriği ve Şarki-Karahisar bölgeleri bu beyliğe ikta olarak verilmiştir ki, bu beyliğin kuruluşu 1072 olarak kabul edilir.
Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad; Mengüceklerin topraklarını “ilhak” ettiğinde, iki meliki sürgüne göndermiş. Bunlardan Davut Şah, Ilgın’a, Muzafferüddün Behramşah ’da Kırşehir’e gelmiştir
Sultan Alaattin Keykubat, Behram Şah’ın oğlu Davud Şah’ın memleketi Erzincan’ı elinden almış Konya’daki Akşehir’i Ilgın dolaylarıyla birlikte kendisine bağışlamıştı. Bu Behramşah oğlu Davudşah şu iki beyiti de Sultan Alaaddin’e yollamış:
“Ey şah senin düşmanlarının gönlü dertlidir. Düşmanın çehresi senin heybetinden sararmıştır. İnsaf ki, benim yüz türlü dert ve sıkıntımla birlikte senin mülkünde su sıcak ekmek soğuktur.”
Davut Şah; sultana gönderdiği bir manzumede hayatının yokluk ve sıkıntı içinde geçtiğinden şikâyet etmektedir
Adnan YILMAZ