14 Aralık 2024

Savaşta;”Kağnı Kolu”undan Güzler’li “Kör Çavuş”…

 Kurtuluş savaşımızda belki de çoklarına buğun abartılı gibi gelen öküz koşulu kağnıların rolü o koşullarda haklı olarak çok önemsenmiş, “Kağnı Kolları”, “Kuvay-i Milliye”’nin adeta ciddi bir “sembol”ü olmuştur. Anadolu köylüsünün Kağnıları: özellikle savaşın hazırlık evresinde batı cephesine erzak cephane naklinde ve de dönüşünde de geriye yaralıların taşınmasında önemli bir nakil vasıtasıydı..

Menzillerinden cepheye iki sıra olarak ve sürekli hareket halinde büyük bir işlev gören kağnıların oluşturduğu nakil zincirinin düzenli hale gelmesi sevk ve idaresinin koordine edilmesi amacıyla kağnı kolları bile oluşturulmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, “Gözüm Sakarya’da, Dumlupınar’da, kulağım ise İnebolu’da” derken büyük organize bir seferberlikle sahilden başlayan ve savaş alanına intikal ettirilen silahlar mühimmat ve erzakların  naklindeki “istiklal yolu” hatırlanır. Bu yol, yoğunlukla da kağnı yoludur.

Bu yolda; İstanbul’dan millicilerle kaçırılan ve de Bolşevik Rusya’dan gemilerle İnebolu’ya getirilen silahlar ve cephane, “kağnı katarları”yla da Ankara’ya taşınmıştır.

Her ne kadar “Tekâlifi Milliye Emirleri” gereği, halkın elindeki at arabası, yaylı, öküz arabası, kağnı, at, eşek, katır, deve, deniz motoru, taka gibi taşıt araçlarıyla, ayda bir defa olmak ve yüz kilometreyi geçmemek şartıyla orduya ait malzemeyi istenen yere kadar “parasız taşıma zorunluluğu” getirilmiş olsa da, halk bu işi, bir “emrin yerine getirilmesi”nden çok “gönüllü” olarak yapmıştır.

Batı cephesinde ordunun şiddetle ihtiyaç duyduğu silah mühimmat ve yiyecek bu taşıma kollarıyla gerçekleşiyordu ki, dönemin bizzat kağnı komutanlığını yapan tarihçimiz Enver Behnan Sapolyo’dan okuyalım:

      ”…deve kolları pek süslüydü. Develerin hörgüçlerinden boyunlarına kadar renkli püsküller ve ayna-lar sarkmaktaydı. Her devenin hörgücünün üzerine de üç tane cephane sandığı yerleştiriliyordu. Deve kolları böylece bir dizi oluşturarak ağır ağır İnebolu’dan Eskişehir yolunu tutmaktaydı. Katır kolları da pek ilginçti. Katırların boyunlarındaki iri tunç çanlar çalar, bu gürültü içinde katırlar da yola düzülürler, onlar da cephane taşırlardı. Benim kolum kağnı kollarıydı. Kağnılar vilâyet vilâyet olarak nöbete gelirler ve görevlerini tamamladıktan sonra yurtlarına dönerlerdi. Kağnılar iki tekerlekli basit şekilde yapılmış birer yük arabasıydı. Bunları öküzler ve mandalar çekerlerdi. Kağnıların hep birden çıkardıkları inilti ta uzak yerlerden işitilirdi. Bana her seferinde kırk kağnı verilirdi. Kağnıcıların çoğu kadın olurdu. Çünkü delikanlılar cephedeydiler. Bir seferinde, benim kağnıcılarımın otuzu kadın, sekizi çocuk, ikisi de altmış yaşından yukarı aksakallı ihtiyarlar oluşmuştu. Bize muhafız olarak da silahlı “Müzaheret [Koruma] Bölüğü” erlerinden bir milis er verilirdi. Bunlar hapishanelerden çıkarılıp vatan hizmetine verilmiş mahpuslardı.”

Nitekim Savaşta Köylülerin Kağnılarla hiçbir karşılıksız olarak yaptığı nakil işleri bu Tekâlifi Milliye Emirleri öncesinde de görülmektedir. Bir dönem bu kağnı kollarında bir Kuvayı milliye neferi olarak cepheden cepheye cephane taşıyan kırk kağnıların kumandası verilen Enver Behnan Şapolyo ‘nun anlatımıyla; “…bu kağnıları süren; ayakları çarıklı, sarı mintanlı, mor şalvarlı, kırmızı kuşaklı köy delikanlıları ile üç etekli, dallı şalvarlı, başları örtülü kadınlardı”

Kırşehir’in “Cemele Köyü”nde cepheden dönen yaralı askerlerin pansuman ve ilk müdahale gibi ön sağlık hizmetlerinin verildiği, döneminde Hastane olarak adlandırılan Camız Hasan lakaplı şahsın odası tahsis edilmiş, yaralılar buraya sığmayınca da köyün camisi de değerlendirilir olmuştu. Köylüler için bu sağlık merkezine getirilen yaralı askerlerden harbin nasıl seyrettiğine dair meraklar biraz olsun yanıtını buluyordu.

“Kağnı Kolu”undan  Güzler Köylüsü “Kör Çavuş”

Çanakkale Cephesinde gözlerini kaybettiğinden Kör Çavuş olarak ün salan, Kurtuluş Savaşında da Kağnı Kolu sorumlusu olarak görev yapan Kırşehir’in Güzler Köyü’nden Kör Çavuş’un Cemele Köyü’nde bir odada geçen dolaylı da olsa anı aktarımları, Kurtuluş Savaşının lojistiği yönüyle de  son derece değerlidir.

Bu anı aktarımında “Kağnı Kolu görevlisi Kör Çavuş Mehmet’le ilgili olarak şöyle denir:

 “Meclis Başkanı Mustafa Kemal olmuş. Ayni zamanda meclis onu başkomutan seçmiş. Seferberlik ilan edildi edileli. Mecliste çok hararetli tartışmalar yapılıyormuş. Mustafa Kemal çok büyük bir hazırlık yapıyormuş. Düşmanın üstüne ansızın yüklenip denize kadar kovalayacaklarmış. Tüm bu haberleri hastaneye gelen yaralılar ve askerler anlatıyordu.

 Geçenlerde bir gözü kör bir çavuş gelmişti. Adı Mehmet’miş. Ama ona hep kör çavuş derlermiş. Gözünü Çanakkale’de kaybetmiş. Kağnı kolunda çalışıyormuş. Kendisi güzler Köyü’nden imiş. Arada bir köyüne giderken hastaneye uğrarmış. Hastane acı çeken yaralılarla dolu olduğu için konuşamamış. Alıp muhtarın odasına getirmişler. Selam ve hoşlama faslından sonra nerden gelip nereye gidersin diye sormuşlar. “Adım Mehmet Güzlerliyim. Bir gözümü Çanakkale’de kaybettim. Bana Kör çavuş derler. İnebolu Ankara arasında kağnı kolunda çalışıyorum. Bir fırsat bulunca köyüme uğramak için gidiyorum.” demiş. Çavuşa yemek ve kahve ikram edildi. Sonra anlat bakalım demişler.

İnebolu’ya Gelen Cephaneleri Kağnılara Yükleriz

 Ağalar benim emrimde yirmi tane kağnı var. Kağnıların sürücüleri hep kadınlardır. Bir de benim gibi topal marangoz var. Gerekince tamiratları o yapar. Kadınlar çok babacan kadınlar. Hepsi de Kastamonu yöresinden. İnebolu’ya kadar boş gideriz. İnebolu’ya gelen cephaneleri kağnılara yükleriz. Merkezden kumanya ve tayınlarımızı alır yola çıkarız. Gece gündüz demeden Ankara’ya doğru yol alırız. Bizim gibi yüzlerce grup vardı. Öyle zaman olur ki yüzlerce kağnı arka arkaya gelirdi. ‘Ha babam di babam ya Allah’ diyerek yağmur kar demeden yola devam ederiz. Çamurlara batarız. Öküzlerimiz ölür, bazen kağnıya koşulmak zorunda kalırız.

Ilgaz Dağında Ermeni, Rum Çetelerinin    Pususu

Hiçbir zaman yılgınlığa ümitsizliğe kapılmayız. Ancak yollar pek çetin. Hele Ilgaz Dağı hepsinden daha zor. Orayı aşınca Ankara’ya gelmiş sayardık. Ilgaz Daği çok sarp. En sarp yerinde bazen Ermeni, Rum çeteleri pusu kuruyorlar. Önce jandarma yolu açıyor. Sonra kağnılar geçiyorlar. Ilgaz Dağında Ermeni, Rum çeteleri jandarmayı pusuya düşürmüş. Tam 33 jandarmayı öldürmüşler. O zamanda beri çok sıkı tedbir alınıyor. Çevreden toplanmış 70’lik 80’lik delikanlılar, gizli yerlerde nöbet tutuyorlar. En ufak bir tehlikeyi jandarmaya haber veriyorlar. Yolun güvenliği sağlanıyor, ondan sonra kağnılara yol veriliyor, yolda bazen öküzümüz ölüyor. Bir köyden öküz buluncaya kadar beklediğimiz oluyordu.

  102 Kağnı İle Ankara’da Tam Meclisin Önünde Sıralandık 

 Bir keresinde 102 kağnı ile Ankara’ya gittik. Tam meclisin önünde kağnılarımız sıralandı. Kemal Paşa çıktı. Çok mutlu görünüyordu, hemen Bir konuşma yaptı alkışladık. Ecnebiler de vardı fotoğraf çektiler. Sonra kağnıları istasyona çektik. Cephaneleri trene yükledik. İşte ağalar böyle böyle bu vatani kurtaracağız, gelecekte insanlar ölmesin, çocuklar yetim kalmasın diye çalışıyoruz ”dedi. Muhtarın odada bulunanlar çıt çıkarmadan dinlediler.

 Kayserili  Yüzbaşı; Kolunu ve Bacağını Sakarya Savaşında Kaybetmiş…

Herkes duygulanmıştı. Diş kapının gıcırtısı sessizliği bozdu. Elinde bezir çırasıyla bir köylü belirdi. Arkasından kolunun ve bacağının biri olmayan tahta bacaklı biri içeri girdi. Cemaat ayağı kalktı gelen adam gür sesi ile selam verdi. Yardım etmek isteyenler oldu. ‘Durun ben kendim yürüyebilirim’ dedi yabancı… Gösterilen yere oturdu. Hoş beşten sonra bir sessizlik oldu. Kör Çavuş sessizliği bozdu. ‘Komutanım ben kör çavuş kağnı kolunda çalışıyorum’ dedi. Gazide subay olduğunu savaşta bir bacağı ve bir kolunu kaybettiğini anlattı. ‘ağalar açım ben’ dedi. ‘Geliyor paşam’ dedi muhtar. Kaşla göz arasında bekçi Mahmut’u yollamıştı. Biraz sonra pekmez ile turşu geldi. Paşam yufka diyecek oldu muhtar. ‘biliyorum bende bu toprakların adamıyım’ dedi yemeğini yemeğe başladı. Herkes ona bakıyordu. Ama gazi hiç aldırmadan tek eliyle karnını doyuruyordu. Geriye çekildi, suyunu içti ve şükür getirdi. Geriye yaslandı

‘Biraz evvel geldik, bir yaralı kafilesiyle. Baktım hastane doluymuş. Beni bir odaya götürün dedim getirdiler. Yemeğimi yedim işte buradayım.’ Kör çavuş atıldı  ’Komutanım bir iki soru sorabilir miyim?’ dedi. ‘sormana gerek yok şu tütünü içiyim anlatacağım dinlemek istemeyen varsa evine gidebilir. Aslen Kayseriliyim. Rütbem yüzbaşı. Kolumu ve bacağımı Sakarya savaşında kaybettim. Bu halimle hiçbir işe yaramıyorum. Askerin katığını yemeyim memleketime gideyim diye yola düştüm. Belki 4-5 gün sonra Kayseri’ye varırım. Bunu sormayacaktım dedi Kör çavuş. Yüzbaşı Kör çavuşa baktı. Kör çavuş seni anlıyorum alaka bitmedi dedi. Ağalar diye başladı tekrar. Bu son savaşımız. Ya öleceğiz ya da özgür olacağız.

“Yunanda İs Yok Ama Dayısı Güçlü. Mustafa Kemal Batıda Yunanı Değil İngilizleri Yenecek!”

Koca imparatorluk battı. Küçük bir devlete razı olduk, onu da bize çok görüyorlar. Mustafa Kemal çok zeki ve yetenekli bir adam, meclisi Ankara’da topladı. Yeni ordular kurdu. İsyanları bastırdı. Güneyde Fransızlarla anlaştı, Fransızlar Maraş, Adana, Antep ve Urfa’y1 terk ettiler. Bu kolay olmadı. Yerli halktan yüzlerce şehit verdik. Sonunda Fransızlarla Ankara Antlaşması yapıldı. Peşinden Ruslarla, Ermenilerle anlaştı. Doğu da duruldu. Doğudaki asker batı cephelerine çekildi. Beyler şimdi bir Yunan kaldı. Yunanda is yok ama dayısı güçlü. Mustafa Kemal batıda Yunanı değil İngilizleri yenecek. Çok büyük bir hazırlık var. Meclis Mustafa Kemal’i Başkomutan seçti. Yeni yasalar çıkıyor. Önümüzdeki yaz son darbeyi vuracağız, hiç şüpheniz olmasın.

Kağnıların Bir Ucu İnebolu’da Bir Ucu Ankara’da…

 Kağnıların bir ucu İnebolu’da bir ucu Ankara’da, İstanbul’dan kaçırılan cephaneler Ankara’ya taşınıyor. Çok büyük bir hazırlık var. Bu hazırlık biter bitmez düşmana son darbeyi vuracağız. Mustafa Kemal sizlerden son bir fedakârlık istiyor. Her evden bir çift çorap, bir gömlek, bir miktar yiyecek her hanenin gücüne göre bir fedakârlık daha bekliyor. Bunlar istendikten sonra kurtuluş ve son darbe yakın demektir.

Askerlerin Mektubu Gelmiyor Ama Bu Yollarla Cepheden Haberler Geliyordu. Kurtuluş Yakınmış…

Çok değil ağalar önümüzdeki yaz sonu bu iş bitecek. Ben çok yorgunum müsaadeniz olursa yatalım’ dedi. İyi geceler diyen evine dağıldı. Mahmut yatakları serdi, yattılar. Bu övgüler, haberler tüm köye yayıldı. Askerlerin mektubu gelmiyor ama bu yollarla cepheden haberler geliyordu. Kurtuluş yakınmış canlar sağ olsun diyorlardı.”

 

Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez.
Dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında
ve ayakları altında akan
toprak
toprak
ve
topraktı
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar oynuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru

(Nazım Hikmet Ran (Kurtuluş Savaşı Destanından)

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Emeğe Saygı Lütfen.