28 Nisan 2024

Torunu İsmail Tokalak’ın Kaleminden; “CEVAT HAKKI TARIM’DA OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ GERÇEĞİ.”

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk 40 yılını, kendini sürekli geliştirerek, entelektüel bir Cumhuriyet aydınlanmacısı olarak yaşamış, Kırşehir’de Belediye Başkanlığı da yapmış (1944- 1946)bulunan, ilk Kırşehir tarihi yazarı, tarihçi, gazeteci ve de kültür adamı olarak Cevat Hakkı Tarım’ın hayatı, bir ölçüde araştırmaları ve eserleri dışında sadece yaşadıklar boyutunda da 1919-1964 arası “Kırşehir Tarihi”nin sosyal, kültürel, ulusal aydınlanmasının da tarihidir.

Onun kitapları ve gazetesinde yazdığı makaleler; aynı zamanda dönemin Anadolu’sunun ve de Kırşehir’inin yaşadığı hızlı dönüşüm ve değişiminin, kültürel siyasal durum belgesi niteliğindedir.

1893-1964 tarihleri arasında Cevat Hakkı Tarım ömrünün neredeyse ilk 30 yılını da Osmanlı döneminde de geçirdiği düşünüldüğünde,onun yaşamını ve eserlerini süzgeçten geçirmek ve de gelecek kuşaklara aktarmak ulusal ve kentsel belleğimiz adına daha bir önem kazanıyor.

Cevat Hakkı Tarım Kırşehir’de tarih, coğrafya ve beden eğitimi öğretmenliği, Kırşehir Vilayet Matbaası Müdürlüğü yapmış. Dönemin ciddi bir aydınlanma ocağı olan Kırşehir Halkevi’nin dergisi “Kılıçözü”nde yazılar kaleme almış, Kırşehir Gazetesi’ni uzun yıllar çıkartmıştır.

Kendisi Kırşehir ortaokulu tarih-coğrafya ve jimnastik öğretmeni iken 24 Aralık 1919’da Büyük kurtarıcı Mustafa Kemal’i karşılayan heyet içindedir.

Bu ziyarette Ata‘nın huzurunda kendi nutuğunu okuyan Cevat Hakkı Tarım anılarında şöyle diyecektir:

  “Hey’et-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinde tesbit ve teyit edilen Misak-ı Millî’nin hükümlerini tatbik etmek azim ve karariyle sine-i millette bir ferd-i millet olarak millî harekâtın merkez ve kalbgâhı olan Ankara’ya seferleri esnasında bir gece de Kırşehir’de kalacakları haberi memleket içinde yayılır yayılmaz 24 Aralık 1919 sabahı yedisinden yetmişine kadar halk O’nun nurlu yüzünü bir an önce görmek için atlar, arabalarla, bulamayanlar yaya olarak Mucur ilçesi istikametine doğru yollara dökülmüşlerdir. Kasabada mevcut okulların öğretmen ve öğrencileri Kayseri şosesi üzerinde bulunan Yenice Mahalle’nin münasip bir noktasında saf saf dizilmişler, sabırsızlık ve heyecan içinde bekliyorlardı. Ben o zaman ortaokul tarih-coğrafya ve jimnastik öğretmeni idim.”

Cevat Hakkı Tarım; Kurtuluş Savaşı yıllarında Kırşehir’de Milli Mücadeleye kamuoyu yaratan gençlik liderlerinin içinde yer alan. Ankara’daki Millet Meclisi’nin ilk faaliyeti yıllarında Babası Hakkı Efendi’nin de üyesi olduğu Kırşehir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin sekreterliği yapmış, milli egemenlik ve bağımsızlığa duyarlı Kırşehir Gençliği, tarafından daha erken bir evrede 1918 Şubat ayında kurulan Kırşehir Gençler Derneği’nin kurucuları arasında son derece aktif rol üstlenmiştir.

Kırşehir’e ilişkin belli başlı hemen tüm araştırmaların, eserlerin altında temel kaynakça olarak merhum değerli Kırşehir evladı Cevat Hakkı Tarım’a rastlamamak mümkün değildir.

Genç Cumhuriyet’in ve Kırşehir’in kültürel, sosyal ve siyasi gelişimine ciddi katkılarda bulunan değerli Kırşehir Evladı ve Cumhuriyetimizin köklü devrimci aydını, Cevat Hakkı Tarım’ın;

  • Kırşehir Tarihi Üzerine Araştırmalar I (1938),

  • Kırşehir: Tarih ve Coğrafya Lügatı (1940),

  • Kırşehir Tarihi (1947),

  • Tarihte Kırşehri, Gülşehri ve Babailer, Ahiler, Bektaşiler (1948),

  • Kırşehir Ansiklopedisi: Tarih, Coğrafya, Etnografya ve Biyografya Sözlüğü (1960)

  • Yılların ötesinden: Atatürk Kırşehir’de. İnkılâpçı bir öğretmen Habip Arıöz. (1956)

Adlı eserleri hala ana kaynakça olarak yaygın bir başvuru almaktadır.

“Bir gün Türk kültür hazinesinin ana kaynağını aramaya çıkanlar her halde ‘Gülşehri’ne uğrayacaklardır.” diyen Cevat Hakkı Tarım’ın bu saptaması son derece yerindedir.

Cumhuriyet aydınlığını iliklerine kadar hisseden ve bu uğurda takdire şayan işler yapan, eserler veren ve günümüze çok ötelerden projeksiyon tutan, kent kültür tarihi ve belleği yönüyle son derece önem arz eden Cevat Hakkı Tarım’ın bir eseri (Yılların Ötesinden: Atatürk Kırşehir’de İnkılapçı Bir Öğretmen Habip Arıöz.   Cevat Hakkı Tarım.  Memleket Matbaası 1956 Ank.) bizzat inisiyatifimle  Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü yaptığım dönemde Kırşehir Belediyesi Kültür Tarih Yayınları serisinden 5000 adet tıpkıbasımı yapılarak ücretsiz dağıtımı yapıldı ve ülke çapında erişimi zor olan ve yakın siyasal sosyal tarihe tanıklık eden  bu değerli kaynak yurt çapında tüm kütüphanelere ulaştırıldı.

Şimdi bu süreci devam ettirmek ve eserlerinin tıpkıbasımını yapmak, dört bir yandan milli mücadeleye ve ulusal kahramanlarımıza ve Bilimcil tarihe yönelik hayâsız bir düşmanlığın körüklendiği bir zamanda, Kırşehir Belediyesinin ve de Sevgili Belediye Başkanımız Selahattin Ekicioğlu’nun ilk önceliği olur inancındayım.

Bu kadar sözden sonra şimdi, Merhum “Kırşehir Tarihi” yazarı Cevat Hakkı Tarım’ın kızından torunu olan Sayın İsmail Tokalak’ın “DEDEM CEVAT H. TARIM’IN 1926 TARİHLİ MAKALESİNDE OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ GERÇEĞİ. Başlıklı makalesini okurlarımla paylaşmanın son derece yararlı olacağını düşünüyorum.

***

 

İsmail Tokalak:

“DEDEM CEVAT HAKKI TARIM’IN 1926 TARİHLİ MAKALESİNDE OSMANLI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ GERÇEĞİ.”

 

“1893-1964 tarihleri arasında yaşamış yaşamının ilk 30 yılı Osmanlı döneminde geçmiş olan Türkiye Cumhuriyeti döneminin 40 yılını da iyi bilen, Kırşehir’de Belediye Başkanlığı yapan ilk Kırşehir tarihini yazan Kırşehir Spor ’un kurucularından tarihçi, gazeteci kültür adamı Dedem (Annemin babası)  Cevat Hakkı Tarım’ın yaşam öyküsü bir ölçüde 1919-1964 arası Kırşehir Tarihi’nin sosyal, kültürel, ulusal aydınlanmasının tarihidir. Onun kitapları ve gazetesinde yazdığı makaleler aynı zamanda Türk tarihinin hızlı bir değişim yaşadığı döneminin kültürel siyasal yaşamındaki gerçeklerin de yansımasıdır. 1926 yılında henüz Dil Devrimi olmadan öncem Kırşehir Gazetesinde yazdığı makalesinde Osmanlının Anadolu köylüsünü uzun yıllardır ağır ve uydurma vergilerle nasıl sömürdüğünü gözler önüne sermektedir.

Tarihte çoğunluk krallık düzeninde özellikle Bizans ve Osmanlı imparatorluklarında vergi memurlarının köylere, kırsal bölgelere vergi toplamak için gelişi köylünün gözünde yabancı düşman istilasından daha korkutucuydu. Bunun nedeni devlet görevlerinin parayla satılması, vergi toplanması haklarının satılması (iltizama verilmesi), vergi toplama hakkını satın alan kişilerin (mültezim) bunu halktan fazlasıyla çıkarmak istemesi ve bu yapının çıkar ilişkileri ağı ve rüşvetle genişleyerek yaygınlaşmasıydı.

Her iki imparatorluk da bu politikayı uyguladı. Bu düzen içinde adaleti sağlamak için imparator ve sultanlar tarafından yayınlanan novellalar, adaletnameler veya bunlara benzer iyi niyetli öneri şeklinde bildiriler bu yolsuzlukların kaynağı olan sistemi değiştiremediğinden, adaletsiz vergi düzeni üzerinde etkileri kalıcı olamadı. Sultan ve imparatorların adaleti koruma anlayışları yalnız iyi niyet olarak prensipte kaldı.

Köylülerin ürettikleri tarımsal ürünlerden onda bir veya %10 oranında alınan vergi olan Arapça onda bir anlamına gelen öşür vergisi (çoğulu Aşar)  Osmanlı devletinin temel gelir kaleminden oluşuyordu.  Bu en kolay alınabilen öşür vergisi %10’larda kalmamış özellikle 1800’lerden sonra devletin gittikçe gelirlerininin azalması ile miktarı gelişi güzel yükseltilmiştir.  Bu vergi oranı büyük haksızlıklara ve sömürüye yol açarak %30’ları bulurken bu verginin ürün çeşidine ve/veya bölgelere göre farklı oranlarda alındığı, yer yer, zaman zaman % 50’lere vardığı görülmüştür.

Cumhuriyetin kurulduğu yıllar bu vergi nerdeyse bütçe gelirinin yaklaşık dörtte birini teşkil ediyordu. Bu vergiyi o dönemin şartları içinde kaldırmak büyük bir risk idi. Fakat bu vergi kalkmadan ülkenin büyük bir oranını temsil eden halk tabakası köylünün de uzun yüzyılları kapsayan sömürüden kurtulmasına da imkân yoktu.  Bu adaletsizce alınan keyfi vergilerin önüne geçmek için ilk ciddi tedbirleri Türkiye Cumhuriyeti almış, 1924 yılı bütçe kanununda vergi tahsilatının keyfi olmayacağı belirtilerek, keyfi vergi alanların vatana ihanetle yargılanacakları hükmünü getirmiştir. Bu vergi Şubat 1925’de kaldırıldı. 1923-1928/29 yılları arası Türkiye açısından geçmişle kesin siyasal ve kültürel bir kopuşu temsil eder. Ancak ekonomi politikaları açısından hemen halkı rahatlatacak bir reform yapmak mümkün olmamıştı. 1925’de öşür vergisinin kaldırılması ekonomik alanda halk için yapılan en büyük reform ve girişimlerden biri idi. Bu reformlar çok zor bir dönemde yapıldı. [1]

Mustafa Kemal öşür vergisinin kaldırılmasının ertesinde bir köylüye, yeni hükümetin vergi memuru, jandarması, mahkemesi ve diğer adamlarıyla senin için eskisinden daha mı iyi oldu? diye sorar.

Köylü vatandaş şöyle cevap verir; ‘ Abdülhamit zamanında (ve sonrası) bize paşalar  ver dedi verdik, öl dediler öldük, onlar gitti yerine başka paşalar geldi,onlar da bize ver dediler verdik öl dediler öldük. Onlar gittiler yerine siz geldiniz siz de ver dediniz verdik öl dediniz öldük. Şimdi merakla bekliyoruz. Bize ne zaman al diyeceksiniz.’ [2]

Aslında köylüye o zor dönemlerde sağlanan en büyük avantaj öşür vergisinin kaldırılmasıydı.Bu vergiyi devlet direk toplamıyor taşerona (iltizam) veriyor vergi toplama hakkını alanlarda sınır tanımadan halktan  haksız yere mümkün olduğu kadar aşırı vergi toplayıp ceplerini dolduruyorlardı. Bu verginin kalkması ile hırsızlıkları son buldu.

Osmanlı’nın yıkılmasıyla çıkarları zedelenen gruplar vardı. Halkın kaderci olması şeriatı savunduğunu ileri süren cahil din adamlarının şeyhlerin, belli tarikat liderlerinin işlerine geliyordu. Bu tip cahil halkı daha kolay kendilerine bağlayıp sömürebiliyorlardı. Birde devletle işbirliği yapan vergi tahsildarları onlarla işbirliği yapan tefeciler vardı. Bu gruplar hem devleti hem de köylüyü iyi tanıyorlardı.

Esas zenginlik kaynağı devlet hazinesi olanların, halkı din ile sömürenlerin çıkarları cumhuriyetin kuruluşuyla kaybolmaya başladı. Sömürünün en büyüğü de köylünün üzerindeki aşırı vergilerdi. Türkiye Cumhuriyeti bu haksızlığın hemen önüne geçmek ve köylüyü rahatlatmak için Osmanlı’nın köylü üzerinde gelişigüzel uygulanan vergileri 1924 yılı bütçe kanununda keyfi vergi salanların vatana ihanet kanununa göre yargılanacağı hükmünü getirerek kaldırmıştı. Aşırı alınan vergilerin son kalıntısı olan öşür (aşar) vergisinin 17 Şubat 1925 yılında kaldırılması üzerine köylü çok rahat etmişti. Bunun üzerine rant geliri kaybolan bir avuç çıkar grubu tepkilerini göstermede geç kalmayacaklardı.

Osmanlı’nın son yıllarında bu vergi zorbalığına şahit olan, Cevat Hakkı Tarım,  ağır vergilerin son kalıntısı olan “aşar” (öşür) vergisine 17 Şubat 1925 yılında son verilmesi üzerine, Yeni düzen içinde çıkarları zedelenen çıkar grupların halkı nasıl kışkırttıklarını Eylül 1926’da yayımladığı Kırşehir gazetesinde şöyle yazıyordu;

‘Bütün ömrü kızgın güneşin altında tarla başında sapan başında öldürücü bir çalışma ile geçen köylünün sonuç olarak eline geçen üç aylık yiyecekten başka bir şey değildir.’[3]Köylü yılın gelecek aylarını borç harç içinde geçiriyordu. Katlanan borçların ağır yükü altında inim inim inliyordu. Varını yoğunu tefecilerin doymak bilmeyen kesesine boşaltıyordu. Köylü için zaptiyeden tahsildardan hocadan eşkıyadan daha azılı bölgenin inzibat amiri Sehna (Şehna) idi.Daha mahsul ortaya gelmeden sehna (sahna) nın dört bir tarafa saldığı kolcular çıkan mahsul üzerine damgayı basarlardı. Öşür vergisi verileceği gün köylünün içine bir acı çökerdi. Vergi memuru mültezim iri yarı kolcular ile gelir samandan ayrılan buğday yığınının başına oturur öşür (asar) vergisini aldıktan sonra almaya devam eder her aldığına bir mazeret uydururdu. Bu ne aç boğazlık, bu ne ziyan, bu ne kolcu hakkı, bu at hakkı, bu oğlan hakkı, bu kadı hakkı gibi uyduruk bahanelerle bütün haklar mültezim tarafından toplanır zavallı köylüye tozdan topraktan haksızlıktan başka bir şey kalmazdı. Türkiye Cumhuriyetinin aşar vergisini ortadan kaldırması köylüyü malına sahip bir hale getirmesi çok önemli bir devrim oldu. Aşar vergisinin kalktığı haberini köylü işittiği zaman inanmamış mutlaka bunda bir oyun var diye şüpheye düşmüştü. Aşar vergisinin kalkması ile kendi çıkarları zedelenen mültezimler aşarın İslam şeriatından geldiğini peygamberin emrettiği bir usul olduğunu bundan sonra bolluk bereketin ortadan kalkacağını, yağmur yağmayacağını, ekin bitmeyeceğini etrafa yaymışlar şimdiye kadar hiç huzur yüzü görmeyen köylü yağmurun yağdığını, ekinin bittiğini görüp mahsulünü alarak malına hür bir şekilde sahip olmuş ve yeni düzene memnuniyetle ayak uydurmuştur.[4] Bu haksız vergilerin haksızlığı Kırşehir’de yaklaşık 400 yıl evvel (1522-23) Caca Bey Medresesinin kapısı üzerine kazılmıştı. Bu kitabede şehir subaşısı (inzibatı) için toplanan vergi sehna başta olmak üzere bir sürü haksız angarya verginin sultan tarafından kaldırıldığı bildiriliyor. Bunları tekrar uygulamaya koyacak olanların Allah’ın gazabına uğramasını diliyordu.[5] Bu haksız vergilerin yasaklanması fazla uzun sürmeyecekti çünkü sistem köylünün emeğinin sömürülmesi üzerine kurulmuştu, bu asılsız vergiler tekrar değişik isimlerle uygulamaya konulacaktı bundan da anlaşılacağı gibi Osmanlı’nın en güçlü döneminden son günlerine kadar Anadolu halkının durumu ne sultanın kararlarından, ne insanların beddualarından fazla etkilenmemiş Osmanlı’nın yıkılmasına kadar Anadolu halkının acıklı durumu devam etmiştir. Osmanlı bu sistemi yüzyıllar boyu din kisvesi altında şeriatın gereği böyle diye uygulamada tutuyordu. İslam dinini devletin siyasetinin temel öğesi olmaktan çıkararak din adamlarının halkın üzerindeki etkisini kaldırmaya çalışarak, halka kimliğini kazandırmak ve ihmal edilmiş Anadolu halkını, köylüsünü bu sömürü düzeninden kurtarmak cumhuriyet yöneticilerinin ilk hedefi olacaktı. İslam dünyasında, devletin kötü gidişatına bir çözüm bulmak için Mustafa Kemal’e kadar kimsenin aklına sistemde değişiklik yapmak gelmedi. Bunu ilk yapan Mustafa Kemal oldu. Bir savaş kazanmasına rağmen bu bozuk çürümüş düzeni değiştirirken yobazlar başta olmak üzere yakın çalışma arkadaşlarından bile tepki gördü. Herkes düzeni kutsal, sultanı hala Allah’ın gölgesi olarak görüp, sultanın ekmeğini yediklerini zannediyorlardı. En azından bugün toplum belli bir seviyeye geldi ve kimse ne Başbakan’ın ne Cumhurbaşkanı’nın ekmeğini yediğini düşünmüyor. Aslında onların halkın ekmeğini yediklerini artık halk görmeye başladı. Halkın devlet için değil, devletin halk için var olduğu ve kutsal olmadığı görülebiliniyorsa bu Cumhuriyet ve laik düzenin sayesinde oldu.
”(Bakınız http://ismailtokalak.com.tr/dedem-cevat-h-tarimin-1926-tarihli-makalesinde-osmanli-ve-t-c-gercegi/)

—————-

[1] 1922’de saltanatın ve 1924’te hilafetin kaldırılması, Atatürk’ün en yakın silah arkadaşları tarafından bile tepki görse de rejimin bir toplum ve devlet oluşturmak için yapacağı devrimlerin önünü açtı fakat muhalifleri de arttırdı.  1924 sonrasında Terakkiperver Fırkası’nın kapatılması, 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu ve ardından kurulan İstiklal Mahkemeleri büyük ölçüde muhalefeti susturdu. 1926’da İzmir Suikastı nedeniyle İstiklal Mahkemeleri’nde hem bazı eski İttihatçılar hem de Terakkiperver Fırkası’nın ileri gelenleri yargılandılar. Bu muhalefet için tam olarak son nokta olmasa da bir süreliğine de olsa muhalefet sessizliğe gömüldü.

[2] Mehmet Kaplan,  İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, Atatürk Dönemi Fikir Hayatı, Cilt I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1981, s.224- 227.

Erdem Dergisi, Cumhuriyet Özel Sayısı, Sayı 31, Ankara: T.T.K. Yay., 1999, s. 228-229.

[3] Cevat Hakkı Tarım, 13 Eylül 1926, Kırşehir Gazetesi

[4] Kırşehir Gazetesi, 23 Eylül 1926, Cevat Hakkı Tarım, Gaziyi Dinlerken Cumhuriyetin 10. Yıl Hatırası, Kırşehir Matbaası 1993.

[5] Burhan Oğuz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri, İstanbul 1988, Cilt II, s.938

Halim Baki Kunter, Kitabelerimiz Vakıflar Dergisi, Cilt II, Ankara 1942, s. 433.

 

İSMAİL TOKALAK KİMDİR

1953 Bafra doğumlu olan İsmail Tokalak, İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ni 1979 yılında, Londra Üniversitesi (S.O.A.S) Ekonomi Bölümü’1998 yılında bitirdi. 1980 yılından itibaren çeşitli konularda araştırmalar yapıyor. İstanbul da Üniversiteyi bitirdikten sonra Ocak 1979’da Londra’ya gitti. 1982 yılında Türkiye’ye dönüp askerliğini yaptı. 1988’de Londra’ya giderek. İngiltere’ye Türkiye’den çorap ithal etmeye başladı. Bir süre sonra da Bayrampaşa’da yalnız ihracata dönük bir çorap fabrikası kurdu.

Yazarın Eserleri:

  • Bizans-Osmanlı Sentezi, 2006; 2 . Baskı 2016.

  • Dünyayı Yönetenler ve Sistemleri, 2008; Gözden Geçirilmiş 2. Baskı 2017

  • Dünyada Gıda ve İlaç Terörü, 2010.

  • Küreselleşme Kıskancında Türk Tarımı, 2010.

  • İslam Ülkeleri Neden Geri Kaldı?, 2011.

  • Paranın İmparatorları, 2014 2. Baskı 2016.

  • Dünyada Gıda Terörü, 2014.

  • Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, 2014.

  • Futbol Dünyasında Soygun ve Sömürü, 2015.

  • Kurumlarıyla ve Oyunlarıyla Küresel Sömürü, 1. ve 2. Baskı 2016.

  • Kapitalizmin Soygun Düzeni, 1. ve 2. Baskı 2016.

  • Korku İmparatorluğu, 2016.

  • Ahilik, Bektaşilik ve Mevleviliğin Kökenleri, 2017

  • Geri Kalmışlık ve Terör, 2017.

  • Üst Akıl Denen Acımasız Düzenin Analizi 2018

 

Adnan YILMAZ

error: Emeğe Saygı Lütfen.