19 Mart 2024

YENİ VESİKALARA GÖRE YUNUS EMRE’NİN AHİ EVRAN, HACI BEKTAŞ VE ŞEYH EDE BALI İLE İLİŞKİSİ (Tapduk Emre ve Yunus Emre’nin Kızılırmak Yakınlarında Yaşadığına Dair Vesikalar)

 

BAKİ YAŞA ALTINOK
♦Bu bildiri; Aksaray Valiliği, Aksaray Belediyesi ve Aksaray Üniversitesi (ASÜ) işbirliği ile düzenlenen “Medeniyetimizin Şafağında Yunus Emre” konulu sempozyuma sunulan bildirilerin, T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü. Kültür Yayınları serisinden, Orhan Kemâl Tavukçu’nun Editörlüğünde “YÛNUS EMRE KİTABI” adıyla basılmış kitapta yer alan, Baki Yaşa Altınok’un bildirisidir.

                                                                                        

              Özet:

Yunus Emre’nin düşünceleri, tasavvufi görüşleri özellikle Hoca Ahmed Yesevi yoluyla Orta Asya Türk tasavvuf okulundan büyük ölçüde etkilendiği açıktır. Mevlâna, Ahi Evran, Hacı Bektaş Velî yoluyla gelen iman, ahlak, engin insanlık ve çalışkanlık anlayışı Yunus Emre ile devam etmiştir. Son araştırmalara göre Yesevî geleneğiyle yetişen Yunus Emre’nin dergâha salt odun taşıyan birisi olmadığı, ağaç oymacılığı, kaşık, kepçe yapan sanatkâr, tekke ve fütüvvet sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Onun bütün hayatı Moğol hâkimiyetiyle birlikte Selçuklu hanedanın çöküş sürecine denk gelmiş, ekonomik ve siyasi sıkıntılar; savaş ve isyanlar içinde yaşamış; Moğolların tayin ettikleri valilerin ağır zulümleri, Selçuklu idarecilerinin açgözlülüğü, Orta Anadolu’da hayatı çekilmez hâle getirmiştir. O yıllarda yörede ağır bir kıtlık hüküm sürmeye başlamış, Kızılırmak kenarında Sarıköy’de oturan ve Dergâha buğday istemeye gelen Yunus’a Hacı Bektaş Velî, Taptuk Emre’ye gitmesini, nasibinin orada olduğunu bildirmişti. Yunus, Taptuk’a vardı, nasibini aldı, kırk yıl odunculuk edip cezbeye kapıldı. Söylediğini Hak için söyler oldu. Kızılırmak kenarında Sarıköy üstünde tevattun eder. Mezarı buradadır. Yunus Emre her türlü olumsuzluğa rağmen Anadolu’da halka sevgi ve hoşgörü; erdem ve dindarlık yolunu göstermeye çalışmış; bu yüzden şiirleri yayılmış, sevilmiş; yüzyıllar boyunca da dilden dile aktarılmıştır.

♦♦♦

Bu toprağın yetiştirdiği Karacoğlan, Köroğlu ve Yunus Emre’yi Anadolu insanı sınıf, bölge farkı gözetmeksizin kendi yaşayış tarzıyla özdeştirir. Karacoğlan’daki her güzel şeye güzel gözle bakmayı, Köroğlu’daki yiğitliği, Yunus’taki Çalabı’na tam teslimiyeti kalbinde taşıyan halk, bunların yaşadığı ve yattığı yerlerin de kendi yöresinde olmasını istemesi gayet doğaldır. Bu nedenle bunların doğduğu ve öldüğü yerler hakkında yazılı kaynaklar oldukça az olmasına karşın, Balkanlardan Doğu Türkistan’a kadar bölgelerde yoğun bir sözlü kültür oluşmuştur.

İnsanlar yaşadıkları dönemin tarihiyle iç içe yaşarlar. Yunus Emre’yi de yaşadığı dönemin sosyal, siyasal ve ekonomik tarihiyle birlikte ele almak gerekir.

Büyük Selçuklu Devleti’nin bir uzantısı olarak şekillenen Anadolu Selçuklu Devleti, Türkmenlerin yoğun çabalarıyla güçlü esaslar üzerine kurulmuştur. (Türk Tarihinin Ana Hatları, 1930: 503-504). Savaşa savaşa batıya akan Oğuz kütleleri, geçim olanakları sağlamak amacıyla, geniş otlaklara sahip Anadolu’yu kendilerine yurt edindiler. Selçuklu ve Osmanlı Devletinin kurulmasına zemin hazırladılar. (Haddon, 1941: 23-24). Haçlı Seferleri’ne de başarıyla karşı koydular. “Türklerin meşru mülkleri olan bu bölgenin Haçlılara karşı savunması sırasında, hükümdar Kılıç Arslan Davut’un gösterdiği yiğitlik ve yücelik düşmanlarının hayranlığını kazanmış ve adının tarihe geçmesini sağlamıştır. (Erer, 1993: 41).

Göçlerle gelenlerin içinde, çok sayıda Pir-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî’nin Melâmet neşvesiyle yetişen mutasavvıf ve gönül erleri bulunuyordu. (Barthold, 1975: 192-194). Yine bunların arasında dokumacılar, demirciler, silah ustaları, saraçlar ve ağaç oymacılığı işiyle uğraşan sanat erbabı mutasavvıflar vardı. Yesevî geleneğinde ise sanatı olmayan ve başkasının kazancıyla geçinen insan, Yesevî dergâhlarına alınmazdı.

Yesevî dervişlerinden Hazini, şeyhi Seyyid Mansur’un hayatı, mesleği ve tasavvufî geleneği hakkında şu bilgiyi verir: “Moğol fetret devrinde Anadolu’da kıtlık had safhadadır. Geçinmek için çul dokur, kaşık yontar, kaşıktıraş lakabıyla anılır. Semerkand’a gider daha sonra da Buhara’daki Süleyman Gaznevî dergâhında yıllarca odunculuk ve suculuk yapar.” (Hazini, 1995: VIII).

Bu gelenekle yetişen Yunus Emre’nin de dergâha salt odun taşıyan birisi olmadığı, ağaç oymacılığı, kaşık, kepçe yapan sanat sahibi olduğu araştırılmalıdır. Çünkü Kırşehir, Mucur, Hacıbektaş ve Ortaköy yöresindeki köylerden yaşayan bazı yaşlı kadınların ve erkeklerin düğün yemeği, salça ve bulgur kaynatırken kullandıkları kepçeden büyük çömçeye “Yonuz Çömçesi” dedikleri bilinmektedir.

Yunus Emre, şiirlerinde Ahmed Yesevî’nin adını anmaz, fakat onun düşüncelerinde ve şiir söyleyiş tarzında etkilendiğine dair şu örneği vermek yeterli olacaktır:

Ahmed Yesevi

Aşkın kıldı şeyda meni                                 

Cümle âlem bildi meni                                 

Kaygum sensen tüni güni                             

Menge sen ok kerek sen. (Eraslan, 1983: 30; Hakkulov, 1995: 280; Bice, 2009: 128: Tosun, 2015: 112).

 

Yunus Emre

Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanaram düni güni

Bana seni gerek seni. (Âşık Yunus Emre Divanı, 1327: 169; Gölpınarlı, 1981: 185; Yunus Emre Divanı, mcmlxxıv: 168).

Diğer yandan Fütüvvet ehli diye adlandırdığımız Melâmeti Horasan Erleri de denilen Alp Erenlerin kurmuş olduğu teşkilatların, zaman içinde Anadolu’ya yayılmış olması, Anadolu’da güçlü bir tasavvuf cereyanı meydana getirmiştir. (Gölpınarlı, 1992: 66).

“Alp Erenler, faaliyetlerinin şevkli ve canlı kalabilmesi sırrını yakalamış idealist kimselerdi. Aksiyoncu, fakat arınmış ruhlarıyla serhatlerde ve stratejik önemi olan mevkilerde kurdukları tekke ve zaviyeleriyle insan ruhuna hizmet ettikleri kadar, ziraate, sanata, kültür, inanç ve ahlâka da yardım ederek, halkın estetik kabiliyetlerini şiirleri, ilâhileri, türküleri, destanlarıyla beslerlerdi.” (Ayverdi, 1976: 400).

Ünlü mutasavvıf Cüneyd-i Bağdadî: “Fütüvvet Şam’da, lisan Irak’ta, doğruluk Horasan’dadır.” (Abdülkerim Kuşeyri, 1999: 306). Sözüne karşılık Anadolulu mutasavvıflar: Kur’an Hicaz’da, hadis Şam’da, fıkıh Irak’ta, tasavvuf Basra’da, iman Türkistan’da, akıl Horasan’da, lisan Kaşgar’da, fütüvvet Anadolu’dadır”demişlerdir.

Fütüvvet mistik eğilimiyle birlikte İslâm’ın anladığı anlamda bireyin erdemli bir hayat sürdürülebilmesini sağlayacak kurallar bütünüdür. (Wittek, 1995: 53).  Fütüvvet, güzel ahlâkı Hz. Muhammed’den, yiğitlik ve kahramanlığı Hz. Ali’den, cömertliği Hatem Tai’den almıştır. (Sülemi, 1977: 3).

Fütüvvet hareketi Anadolu’ya geldikten sonra İslâm dünyasının hiçbir döneminde görülmeyen, büyük gelişmeler göstererek Ahi teşkilatı dediğimiz yalnız Türklere özgü bir kuruluş haline dönüşmüştür. Ahiler, Müslüman Türklerin Anadolu’daki yeni fethedilen şehirlere yerleşmelerine önemli katkıda bulundular. Şehir merkezlerindeki ticareti ellerinde tutan yabancılara karşı lonca üyeleri olarak, bir sosyal ve manevi yardımlaşma topluluğu haline geldiler. Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus’un teşkilata girmesiyle Ahiliğin ana tüzüğünü oluşturan Fütüvvetnâmeler, dönemin Anadolu yapılanmasına uyarlanarak, Ahilik tasavvufî bir dönüşüme başlamıştır. (Cahen, 1984: 132).

Fütüvvet geleneğini Anadolu’dan Ahi loncaları adı altında toparlayan Kayseri, Konya, Denizli’den sonra Kırşehir’e yerleşen Ahi Evran Şeyh Nasıreddin Mahmud, M. 1171 olmuştur. Ahi Evran, Anadolu’da kırk gün devam eden uluslar arası bir Pazar olan “Yabanlı Pazarı”nı kurarak ticaretin gelişmesini sağlamıştır. (Altınok, 2006: 1-18).

1219 yılında Selçuklu tahtına oturan I. Alaaddin Keykubad’ın özellikle ticaret adamını ve ticari hayatı desteklemesi neticesinde, şehirlerde yaşayan halk ekonomik yönden yüksek bir hayat tarzı yakalamıştı. Ticaret yolları üzerinde eşkıyanın kesebileceği dar ve dağ geçitlerine gözcü birlikleri yerleştirilerek yolcuların güvenliği sağlanmaktaydı. Bu dönemde Anadolu’da yapılmış olan kervansarayların çokluğu da yol güvenliği ve ticari hayatın geliştiğinin önemli bir kanıtıdır. Karedeniz limanlarından gelen mallar Trabzon, Samsun, Amasya, Kırşehir istikametiyle Akdeniz’e ulaştığı gibi, Tebriz’den gelen mallar da Erzurum, Sivas, Kayseri, Kırşehir, Aksaray ve Konya yoluyla Payas kıyılarında Alaiye ve Antalya limanlarına kolaylıkla ulaşıyordu. (Selen, 1960: 59).

Oğuzların “Ulu Sultan” dedikleri I. Alaaddin Keykubad döneminde Anadolu’da fikrî ve ekonomik hayat hareketli ve bereketlidir. Göçlerle gelen Türkmen aşiretleri Orta Anadolu’ya iskân edilmiş ve bu aşiretler bir takım köyler kurmuşlardı. (Köprülü, 1972: 85; Akdağ, 1999: I, 53-343; Barkan, 2002: 8-9).

Anadolu’da Türk birliğinin kurulması ve korunup geliştirilmesi için büyük çaba gösteren I. Alaeddin Keykubad, M. 1237 yılı Ramazan bayramının üçüncü günü oğlu II. Keyhüsrev ve yandaşları tarafından düzenlenen bir suikast sonucu zehirlenerek öldürüldü. (Kazvînî, 2015: 118; Gregory Abû’l-Farac, 1987: II, 536-542; Turan, 2005: 409; İbn Bîbî, 2007: 151-152).

Bu olaya Ahiler ve Türkmenler sert tepki gösterdiler. Vezir Sadeddin Köpek’inde kışkırtmasıyla Ahi ve Türkmenlere karşı yoğun bir sindirme hareketine başlayan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, dönemin Ahi ve Türkmen lideri konumunda olan Kırşehir’deki Baba İlyas’ı Amasya’ya, Konya’daki Ahi Evran’ı Denizli’ye, Yine Kırşehir’deki Şeyh Ede Balı’yı, Kırıkkale Balışeyh’e sürgün etmişti. Hacı Bektaş’ı ise o zaman bir köy olan şimdiki Hacıbektaş’ta göz hapsinde tutuyordu. (Altınok, 2004: I, 63-77).

Alaeddin Keykubad’ın öldürülmesiyle başlayan iç karışıklıklar ve sürgünler, liderliğini tarihçi Şikâri’nin ‘ulu şeyh’ dediği Baba İlyas ve Baba İshak’ın öncülük ettiği tarihteki Babai İsyanına dönüşmüştür. (Şikari, 1946: 15-16).

“Anadolu Selçuklu Devleti, iç karışıklıklar nedeniyle 1243’te Moğol ordusuna Kösedağ’da yenilmesi ile siyasal birliğini kaybetti. (Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, 2001: 88-89). Bir müddet sonra Saltanat Naipliğine atanan Celaleddin Karatay şeyhleri, âlimleri kollayıp gözetti, tutuklanan Türkmen liderlerini serbest bırakmıştır. (Uzluk, 1951: 34).

Moğolların tayin ettikleri valilerin ağır zulümleri, Selçuklu idarecilerinin açgözlülüğü, Orta Anadolu’da hayatı çekilmez hâle getirmiştir. (Werner, 1986: I, 106-107). Bu baskı ve zulümlere daha fazla dayanamayan Aksaraylı Kızıl Ahmet, başına topladığı dört bin kadar Türkmenle birlikte isyan etti. Aksaray yakınlarında Moğol ordusuyla karşılaşan Kızıl Ahmet Bey, bozguna uğradı ve geri çekildi. (Şapolyo, 1972: 204).

Fuad Köprülü ve Şehabeddin Süleyman’ın yazmış olduğu “Yeni Osmanlı Tarihi Edebiyatı” adlı eserde, o dönemde yaşayan Yunus Emre’nin de Kızıl Ahmetli Türkmenlerinden olduğunu bildirirler. (Köprülü-Şihabeddin Süleyman, 1332: 111).

Yine bu konu hakkında Kırşehir’de yazılmış Osmanlıca bir cönkte Kızıl Ahmet’in düşmanla Ekecik Dağı’ında savaştığını dört kıtalık aşağıdaki ağıt bize bildirmektedir:

Kırşehir’de çıktım sâsen selamet

Goca Han’a vardım koptu gıyamet

Adımı sorarsan Gılgızıl Ahmet

             Vur kamayı kanım aksın sinemde

             Ayırdılar ihvanımda yarende.

 

Aman Mevlam zulüm arşa dayandı

Kadı Müftü kapılarda dilendi

Sabi sıbyan al kanlara boyandı

           Çal kamayı kan damlasın ucunda

           Kim ırar ki alınmıyan öcümde.

       

Virane ellerde duman tüter mi?

Bozuh bahçalarda bülbül öter mi?

Adam düşmanına dostum diyer mi?

             Vur hançeri kanım aksın yerlere

             Zalim düşman kadem bastı ellere.

 

Yetemedim Kızılırmak kıyına

Çıkamadım Melendizin Dağına

Ekticek’te yettim düşman koluna 

              Vur kamayı kanım aksın yaremde 

              Ayırdılar selvi boylu sunamda. (Altınok, 2003: 12-15).

Yukarıdaki dizelerden de belirtildiği üzere Moğol ve Selçuklu idarecileri, halka öyle zulümler ediyorlardı ki, memleket baştan-başa harabeye dönmüştü. Halk aşağılanmaktan, zulümden, bu yetmiyormuş gibi Anadolu’yu kasıp kavuran kıtlıktan aç ve yoksul düşmüştü.

Anadolu’nun çok problemli bir döneminde bu topraklarda doğup (1240-41-?) büyüyen ve bu olayları yaşayıp gören Yunus Emre, şiirlerinde o günleri şöyle anlatır:

Gitti beyler mürveti, bindiği yüğrük atı

Yediği yoksul eti, içtiği kan olusar.

*

Beğler azdı yolundan, bilmez yoksul hâlinden

Çıktı rahmet gölünden, nefs gölüne dalmuşdur.  (Cunbur, 1977: 1/6).

Ağır vergiler nedeniyle aç ve çıplak kalan halkın yoksulluğu neticesinde özellikle Orta Anadolu’da bir tek baca dahi tütmez olmuş, halk bölgeyi terk etmeye başlamıştı.

Şeyh Ede Balı o dönem Ankara yakınlarındaki şimdiki Kırıkkale’ye bağlı Balışeyh’te oturuyordu. Moğol otoritesinin bu bölgede zayıf olması nedeniyle, daha sakin bir bölge olan batıya sorunsuz göç etmiştir. Kırşehir’deki Malya Ovasını askerî karargâh olarak kullanan Moğollar yöre halkını sıkı takibe almıştı. Kırşehir yöresinde yaşayan (Kültepe, 1982: 2-1, 1/5). Yunus Emre de göç etmek istemiş fakat izin verilmemiştir.

Ahi Evran, Hacı Bektaş, Şeyh Ede Balı ve Yunus Emre’nin ülke meseleleri başta olmak üzere her konuda birlikte hareket ettiklerini, Ahi Evran hakkında, 1588 Milâdi yılında Kırşehir’de 93 beyitlik “Menâkıb-ı Ahi Evran-ı Velî” adıyla manzum bir eser yazan Süleyman bin Alaüddevle b. Abdullah şu dizelerle anlatmaktadır:

Şol karındaşun Öyük’de kodı

Hacı Bekdeş idi kim erin adı.           (Menâkıb nr. 38)

 

Gidem didi ol eri salmadılar

Her bir yanın yollarun bağladılar.   (Menâkıb nr. 39)

 

Hem Ede Balı İnacü’l Gülşehri

Ol hüma olmuşdı Evran’ın yâri.     (Menâkıb nr. 40)

 

Namına dirlerdi erin Balı Şeyh

Vardığı yire ad oldı Ballı Şeyh.       (Menâkıb nr. 41)

 

Yunus bile anınla düşdi yola 

Nice âhiyi buluben şâd ola.            (Menâkıb nr. 42)

 

Hayli erin yolların bağladılar

Kor saçuben ciğerin dağladılar.     (Menâkıb nr. 43)

 

Diğer yandan Yunus’un;

Ben bunda garib geldim, ben bu ilden bezerem

Bu tutsaklık tuzağın, demi geldi üzerem.

 

Yetmiş iki millete, suçum budur Hak dedim

Kırkı hiyânet durur, ya ben niçin kızaram. (Köprülü, 1991: 319; Toprak, 1966: 69).

*

Geldim uş yine varam, yine Rahman’ım bulam

Sanurlar beni bunda, davara mala geldim.

 

Tuzaktayım ne gülem, ne haldeyim ne bilem

Bir garipçe bülbülem, ötmeğe güle geldim.

 

Tuzağa düşen gülmez, âşık hiç rahat olmaz

Kimse hâlimden bilmez, bir aceb ile geldim. (Köprülü, 1991: 318-319).

Dizeleri yukarıdaki Menâkıb’ın verdiği bilgilerle örtüşmektedir. Diğer Türkmen liderleri gibi Yunus Emre de bir müddet hile ile yakalanarak göz hapsinde tutulmuş ve seyahat etmesi kısıtlanmıştır.

Moğol zulmü, adalet duygusunun yok oluşu, Selçuklu yöneticilerinin taht kavgaları ve basiretsizlikleri sonucu çok yönlü kıskaca alınan halk ne yapacağını bilemez bir durumdaydı. Yunus Emre o günleri dizelerinde şöyle anlatır:

Şeriat göğe çekildi, zulm-ile iller yıkıldı

Yüz-suyu yere döküldü, kıyametten işaret var.

 

Ne kadı adalet eyler, ne kayguluyu şad eyler

Ne ümmi itikat eyler, ne imamda sahavet var. 

*

Müslümanlar zamâne yatlu oldı

Helâl yinmez haram kıymetlü oldı.

 

Okunan Kur’an’a kulak tutulmaz

Şeytanlar semirdi kuvvetlü oldı.

 

Harâm ile hâmir tutdı cihânı

Fesâd işler iden hürmetlü oldı.

—-

Şâkird üstâd ile arbede kılur

Oğul ata ile izzetlü oldı.

 

Fakirler miskinlikten çekdi elin

Gönüller yıkuben heybetlü oldı.

 

Peygamber yerine geçen hocalar

Bu halkın başına zahmetlü oldı. (Timurtaş, 1980: 213-214).

Anadolu halkı arasında çaresizliğin ve bezginliğin doruk noktasına çıktığı bir dönemde Mevlâna başkent Konya’da daha ziyade okumuş insanlara hitabediyor. Selçuklu devlet adamlarına bu kaostan kurtulma morali aşılıyordu. Yukardan da belirtildiği üzere Kırşehir’deki Ahi Evran esnafları örgütleyip ticareti canlandırmaya çalışıyordu. Hacı Bektaş Veli de o zamanki adı Sulucakarahöyük olan şimdiki Hacıbektaş’a yerleşmiş, halkın birliğini, kardeşliğini pekiştirmek gayesiyle bölgelerinde etkin olan erenleri dergâhına davet ederek görüşüp konuşuyordu.

1605-1667 yıllarında Hacı Bektaş Dergâhı’nda postnişinlik yapan Hacı Zülfikar Çelebi tarafından yazılan ve Turabi Baba tarafından tekrar yazıya çekilen “Kerâmat-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî” adlı yazma eser, Hacı Bektaş’ın Tapduk Emre ile görüşmesi hakkında şu bilgiyi verir:

“Hacı Bekdeş Sultan’ın ünü her tarafta duyulmuş idi. Emre Sultan eyitti. Erenler meclisinde nasip alup viren Bekdeş ismin görmedik deyüp ulu dergâha gelmedi. Bu sözü üstüne, çırası bir daha kim hiç yanmadı. Hatasın anlayıp Hünkâr’ın huzuruna vardı. Hünkâr’ın eli ayasındaki yeşil beni görünce, şimdiye değin nasip aldığı el olduğın anlayup, heman kim taptuk sultanım, taptuk sultanım, taptuk sultanım deyü niyaz eyledi. Kızılırmak yanında er Taptuk karyesinde tavattun eylemiştir.” Yani Kızılırmak yanındaki bir köyde oturmaktadır demektedir. (Altınok, 2003: 27/177-194).

Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre’nin Niğde ve Aksaray yöresinde faaliyet göstermiş olduğunu 1333 yılında Niğdeli Kadı Ahmed tarafından yazılan el-Veledü’ş Şefik adlı eserden de öğrenmekteyiz. (Niğdeli Kadı Ahmed,  1333: 216).

Kadı Ahmed, Tapduklular hakkında hiç de iyi niyet beslemez ve ağır iftiralarda bulunur. Yine bu eseri Aksaraylı Yusuf, 1340 yılında tekrar yazıya çekmiştir.

Moğol istilaları sonrasında altüst olan tüm dengelerin ardından serbest ticaret, ziraat ve çalışma ortamı bozulmuş, halk yoksullaşmıştı.  Bunlar yetmiyormuş gibi o yıllarda yörede ağır bir kıtlık hüküm sürmeye başlamıştı. (Niğdeli Kadı Ahmed, 1333: 154a). Mükemmel bir iman ve irfan sahibi olan Hacı Bektaş Velî, aynı-zamanda iyi bir ziraatçı idi. Orta Anadolu’nun coğrafi ve iklim yapısını incelemiş, ilk üç yılı ağır, dört yılı hafif olmak üzere, her 36 yılda yedi yıl kıtlık yaşandığını biliyordu. Bu nedenle de ambarlarını her türlü tahıl ile doldurmuş, yörenin yoksul insanlarına dağıtıyordu.

Yukarıda Tapduk Emre hakkında bilgi veren “Kerâmat-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî” adlı yazma eser, Yunus Emre’nin Hacı Bektaş’a gidip buğday istemesini şöyle anlatır: 

“Kızılırmak kenarında Sarıköy dirler bir köy var idi. Kötü kıtlık çekerler idi. Yunus bu köyde ekincilik eder, öküz sürer idi. Hünkâr’a varmak diledi, utancından dağ alucı koparup Hünkâr’a götürdü. Hünkâr’ın dergâhına geldi. Huzura ilettiler, Hünkâr üç kez nefes virmek diledi amma ki o buğday istedi. Verdiler, gelürken gönlü bulandı. Gerisin Hünkâr’ın huzurına vardı kim nefes dilendi. Hünkâr, ‘O iş bundan tez Taptuğa virildi. Gitsin nasibini orada alsun’ didi.

Yunus, Taptuğa vardı. Bu dergâhta kırk yıl odunculuk edip cezbeye kapıldı. Söylediğini Hak içün söyler oldı. Sözlerinin hattı hisabı bilinmez. Kızılırmak kenarında Sarıköy üstünde tevattun eder. Mezarı burada kaimdir.” (Altınok, 2003: 27/177-194).

Yunus Emre’nin Hacı Bektaş Velî’yi kutsayan bir şiiri:

Kundağının kulpu nurdan

Rızkı gelir Beytullahtan 

Nesli pâki Abdullah’tan

Hacı Bektaş Pîrim Sultan.

 

Dervişleri konar göçer

Âb-ı zülâlinden içer

Güvercin donunda uçar

Hacı Bektaş Pîrim Sultan.

 

Kudretinden kaynar aşı

Gâni cömert bir er kişi 

Ervâhı erenler başı

Hacı Bektaş Pîrim Sultan.

 

Miskin Yunus bile vardı

Hikmetinden himmet aldı

Yeşil benli bir el gördü

Hacı Bektaş Pîrim Sultan.  (Altınok, 2008: 384).

“13. yy. Anadolu’nun hayatı sûfilik cereyanını bütün halk tabakalarına yayılmasını sağlayacak bir haldeydi. Yukarda da görüldüğü gibi Moğol istilası, merkeziyetçi sistemi alt üst etmiş, Selçuklu hanedanını da birbirine düşürmüştür. Bu kargaşalıkta hem Moğollara direnen hem de yeni bir düzen sağlama gayreti içinde olan beyler halka manevi ümitler sağlayacak olan şeyhlerin nüfuzundan istifade için her tarafta tekke ve zaviyeler yaptırıyor, onlar için vakıflar kuruyorlardı.” (Berkay, 1973: 115-116).

Konya’da kendini gösteren iktidar boşluğu şehir ve köylerde yaşayan halk tarafından doldurulmuş, kardeşlik ve gençlik örgütleriyle bir çeşit özerk yönetimler oluşturmuşlardı. (Parmaksızoğlu, 1982: 10). Diğer yandan kasaba ve köylerde yaşayan Türkmen kökenli birçok gönül eri mutasavvıf, önemli geçit bölgelerinde tekkeler ve hangâhlar kurmuşlardı.

O dönem Karadeniz limanlarından ve Tebriz’den gelen malları başkent Konya ve Akdeniz limanlarına taşıyan kervan yolu yoğunlukla Kayseri, Kırşehir, Aksaray’dan geçmektedir. “İpek Yolu, Anadolu Selçuklu döneminde doğu-batı, kuzey-güney yönünde Anadolu’yu hiçbir ülkede olmadığı kadarıyla bir ağ gibi dolaşır, doğuda Erzurum, Sivas, Kayseri ve Konya’da düğüm oluşturan bu yollar kuzeyde Sinop, güneyde Antalya’ya kadar uzanırdı. 13. yüzyılda Anadolu kervan yolları, önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlarken, başkent Konya’da düğümleniyor, böylece başkentin her yöne ilişkisini sağlıyordu.” (Günel, 2010: 135). Bu yol güzergâhındaki Kızılırmak üzerindeki köprünün (Kesikköprü) yanıbaşına açıkhava mescidi, kervansaray, hanlar ve tekkeler yapılmış idi. Yöredeki Ekecik Dağı ile Hasan Dağı arasındaki eşkıyanın kesebileceği dar dağ geçidi de bu bölgede kurulan tekkeler vasıtasıyla korunmaktaydı. Kesikköprü Ribatı gibi kervansarayların aynı zamanda Anadolu Selçuklularında kale, menzil, derbent gibi savunma yapıları olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Karadeniz ve Tebriz kervan yolunu başkent Konya’ya bağlayan bu yol, Tabduk Emre ile Yunus Emre dergâhı tarafından korunuyor. Öncelikle yol güvenliği olmak üzere yolcuların ve yöre halkının her türlü ihtiyaçları sağlanıyordu. Bu bölgede kendilerine verilen topraklarda tarım yapıyor, hayvan besliyor, bağ bahçe kuruyorlardı.

Tapduk Emre’nin mezarı bu yol üzerindeki bugün kendi adıyla bilinen Tapduk köyündedir. Tapduk köyü, Aksaray’ın 34 km. kuzeyindedir. Yunus Emre, Aksaray, Ortaköy ilçesine bağlı olan ve Ortaköy’e 20 km. mesafedeki Beşağıl, Sarıkaya, Ayvazlı, Aşağı Mahalle, Sarıkaraman olmak üzere beş ayrı yerleşim merkezinden oluşan Sarıkaraman köyüne 4 km mesafedeki Ziyaret Tepe’de yatmaktadır. Tepenin alt tarafında ise Yunus’un çilehânesi bulunmaktadır. (Soykut, 1982: 78-79). Resmi arşiv belgelerinde bu yöredeki aşiretler, “Saralı (Saralu) Karaman eyaleti, Aksaray Sancağı, Konar-Göçer Türkmen Taifesi” olarak belirtilir. (Türkay, 2001: 551).

Dönemin birçok Alp Ereniyle birlikte Yunus Emre’nin de asıl kimliği örtülerek, elinde asa, sırtında heybe, diyar diyar dolaşarak, ilâhiler söyleyen miskin, ülkede yaşanan sosyal olaylara kayıtsız bir şahsiyet olarak tanıtılmıştır. Yukarıdaki şiirlerinden de görüldüğü gibi Yunus Emre, Moğol zulmü, Selçuklu idarecilerinin adaletsizliğini çekinmeden şiirlerinde dile getirmiştir.

Yunus Emre, Türk edebiyat tarihinde önemli bir yer tutar, klâsik edebiyat dışında mistik felsefenin şiirini yazarak, kendisinden sonrakilere etkili olmuştur. Bu nedenle de dinî ve tasavvufî halk edebiyatında başlı başına bir tarz, bir okuldur. (Türk Halk Bilgisi, 1929: 5).

Yunus Emre toprak üstünde yatanlardan değil, toprak altında yaşayanlardandır. Arı-duru bir iman ve gönül eri olan Yunus’ta halkın sevgisi ön planda idi. Çünkü ‘halka makbul olmayınca Hak’tan mağfur’ olunmazdı. Yaşadığı dönemin zor koşullarına rağmen sevgi ve hoşgörüsüyle insanlara yaşama azmi aşılayan Yunus Emre, yazdığı şiirleriyle Türkçeyi edebiyat sahasında ebedileştirerek, Türk dilinin canlı ve halkın zevkine uygun hale gelmesine önemli katkılarda bulunmuştur.

Aksaraylı ünlü Melâmi şeyhi Pir Ali şöyle der:  “Sözün güzeli özlü ve kısa olanıdır.”

NOT:

Bu bildiri; Aksaray Valiliği, Aksaray Belediyesi ve Aksaray Üniversitesi (ASÜ) işbirliği ile düzenlenen “Medeniyetimizin Şafağında Yunus Emre” konulu sempozyuma sunulan bildirilerin, T.C Aksaray Valiliği İl Kültür Ve Turizm Müdürlüğü. Kültür Yayınları serisinden, Orhan Kemâl Tavukçu’nun Editörlüğünde “YÛNUS EMRE KİTABI” adıyla basılmış kitapta yer alan, Baki Yaşa Altınok’un bildirisidir.

 

KAYNAKÇA

 

Abdi’r-Rahman Muhammed ibn el-Hüseyin es-Sülemi, (1977), Tasavvufta Fütüvvet, Çev. Süleyman Ateş, Ankara Üni. İlahiyat Fak. Yay., Ankara.

Abdülkerim Kuşeyrî, (1999), Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları.

Ahmed-i Yesevî, (1983), Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Haz. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara.

Ahmed Yesevî, (2015): Edi. Tosun, Prof. Dr. Necdet, Ahmet Yesevi Üni. Yay., Ankara.

Ahmet Yesevî (Hikmetleri), (1995): Haz. İbrahim Hakkulov, Çev. ve Sade. Erhan Sezai Toplu, M.E.B. Yay., İstanbul.

Akdağ, Mustafa, (1999), Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, c. I, Barış Yay., Ankara.

Altınok, Baki Yaşa, (2006), “Selçuklu Ekonomisinde “Yabanlu Pazarı” ve Bu Pazar’ın Kurulmasında Ahi Evran’ın Rolü” II. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu, 13 Ekim, Kırşehir, Bildiriler.

Altınok, Baki Yaşa, (2003),  Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları, Oba Kitabevi, Ankara.

Altınok, Baki Yaşa, (2004), “Yeni Vesikalar Işığında Ahi Evran Velî İle Arkadaşlarının Sürgün ve Şehit Edilmesi” I. Ahi Evran-ı Veli ve Ahilik Araştırmaları Sempozyumu, c. I, 12-13 Ekim, Kırşehir.

Altınok, Baki Yaşa, (2003), “Hacı Bektaş Veli Hakkında Yazılmış Bir Menakıbnâme ve Bu Menakıbnâmede Belirtilen Anadolu’daki Alevi Ocakları,” Gazi Üni. Hacı Bektaş Veli Dergisi, Güz 2003/27.

Altınok, Baki Yaşa, (2008): Pehlivanlı Türkmen Aşireti Cönkleri, Ankara.

Ayverdi, Samiha, (1976), Milli Kültür Meseleleri ve Maarif Davamız, İstanbul.

Barkan, Ö. L. (2002) Kolonizatör Türk Dervişleri, Hamle Basın Yayın, İstanjbul.

Barthold, W, (1975), Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Yay., Y. K. Kopraman-A. İ. Aka, Ankara.

Berkay, Fügen, (1973): Yunus Emre’nin Türk Toplumundaki Yeri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.

Cahen, Claude, (1984), Osmanlılar’dan Önce Anadolu’da Türkler, Türkç. Yıldız Moran,  E, Yayınları, İstanbul.

Cunbur, Müjgan, (1977), Milli Kültür, yıl 1, Sayı 6, Haziran.

Erer, Râşid, (1993): Türklere Karşı Haçlı Seferleri, Bilgi Yay., Ankara.

Gregory Abû’l-Farac, (1987),  Abû’l-Farac Tarihi, , c. II,  Çev. Ömer Rıza Doğrul, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara.

Gölpınarlı, Abdülbâki, (1981), Yunus Emre, Altın Kitaplar Yay.

Gölpınarlı, Abdülbâki, (1992), Yunus Emre ve Tasavvuf, İnkılâp Kitabevi, 2 baskı, İstanbul.

Güzel, Prof. Dr. Abdurrahman, (1991): Mutasavvıf Yunus Emre Hayatı-Eserleri, Kılıç Yay. Ankara, tarihsiz.

Günel, Gökçe, (2010), “Selçuklu Döneminde İpek Yolu-Kervansaraylar-Köprüler” Kebikeç, /29.

Haddon, A. C. (1941), Kavimler Muhacereti, İng. Çev. Zekiye S-Eglâr, İdeal Basımevi, Ankara.

Hazini, (1995), Cevâhiru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr (Yesevî Menâkıbnamesi), Cihan Okuyucu, Kayseri.

Hoca Ahmed Yesevi, (2009), Divan-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara.

İbn Bîbî, (2007), Selçuknâme, Mükrimin Halil Yinanç, Haz. Refet Yinanç.-Ömer Özkan, Kitabevi Yay., İstanbul.

Köprülü, M. Fuad, (1972),  Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Yay. O. Köprülü, Ankara.

Köprülü zâde Mehmed Fuad-Şihabeddin Süleyman, (1332), Yeni Osmanlı Tarihi Edebiyatı, c. 1.

Kültepe, Ekrem, (1982), “Yunus Emre Kırşehir’de Yatmaktadır” Ahi Edebiyatı, Sayı: 2, Yıl: 1, 1/5.

Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, (2001), Câmiu’d-Düvel “Selçuklular Tarihi” , c. II, Yay. Haz. Ali Öngül, Akademi Kitabevi, İzmir.

Niğdeli Kadı Ahmed, (733/1333), el-Veledu’ş-Şefik, Fatih, Süleymaniye Kütüphanesi, nr. 4518, 216.

Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü, (1991), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Yay. Haz. Dr. Orhan F. Köprülü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara-

Soykut, Refik H. (1982), Emrem Yunus, Bas-Yay Matbaası, Ankara. 

Şapolyo, Enver Behnan, (1972), Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara.

Şikarî, (1946),  Karamanoğulları Tarihi, Konya Halkevi Tarih ve Müze Yay. Konya.

Prof. Dr. Hâmit Sadi Selen, (1960), Ticaret Tarihi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul.

Parmaksızoğlu, İsmet, (1982): Türklerde Devlet Anlayışı (İmparatorluk Devri 1299-1789) Ankara.

Timurtaş, Faruk Kadri, (1980), Yunus Emre Divanı, Ankara.

Türk Tarihinin Ana Hatları, (1930), Devlet Matbaası, İstanbul.

Toprak, Burhan, (1966), Yunus Emre Divanı, Türkiye İş Bank. Kültür Yayınları.

Turan, Osman, (2005), Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yay., İstanbul.

Türkay,Cevdet, (2001), Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar, İşaret Yay., İstanbul.

Uzluk, Feridun Nafiz, (1951), Anonim Selçuklu Tarihi, Ankara.

Werner, Ernest, (1986), Büyük Bir Devletin Doğuşu Osmanlılar, c. 1, Çev. Orhan Esen-Yılmaz Öner, Alan Yay. 1 baskı, İstanbul.

Wittek, Paul, (1995), Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, Çev. Fatmagül Berktay, Pencere Yay., İstanbul.

Yıldız, Hakkı, Dursun, (1992), Büyük İslâm Tarihi, c. 8, Çağ Yay. İstanbul.

Yunus Emre Divanı, (1327), İstanbul.

Yunus Emre Divanı, (mcmlxxıv),  İstanbul Maarif Kitaphanesi.

Yunus Emre, (1929), Türk Halk Bilgisi Derneği Neşriyatı Sayı: 6, Ankara.