19 Mart 2024

Cahiliye Arapları Kızlarını Diri Diri Gömerken , Türklerde Kadın Baş Tacıydı

İranlıların İslam öncesi dinleri olan Zerdüştlük; kadını, “kötü, kirli ve şeytanın yansıması” sayar.

Türklerin İslam’dan önceki dini olan Şaman”lıkta’de kadın “Kutsal”dır.

Türkler, Arap ve İran kültürünün aksine kadına değer verir.

İranlıların da Arapların da süreç içinde Türkler gibi dinleri İslam olmuş, ancak aynı dini benimsemelerine rağmen birçok alanda olduğu gibi bu alanda da kadına bakış açıları hiçbir zaman örtüşmemiştir.

Nitekim sebepleri her ne olursa olsun İslâm’dan önceki “Cahiliye Dönemi Araplar” arasında “kızlarını gömerek öldürenler” bulunduğu da bilinmektedir.

İslamiyet’in kadına o günkü Arap toplumunun bakış açısından farklı bir perspektifte baktığı, kadının O günkü kötü koşulların etkisinden kurtarmaya çalıştığı da sosyolojik bir vaka olmakla birlikte, kadına bakış, dini akidelerden çok, toplumların yüzyıllardır biriktirip süzdüğü bir “kültür sorunu” dur. Kimi Arap toplumlarında hala kadının araç kullanmasına bile yasaklar getirilmesi ve kadınların bu hakkı alabilmesi için bedeller ödemek zorunda kalmasının izahı da budur.

AHİLERDE, KADINA BAKIŞ; ESKİ TÜRK GELENEĞİ İÇİNDE, ARAP KÜLTÜRÜNE BAŞKALDIRIDIR

Eski Türklerde kadınlar; erkeği tamamlayıcı unsur olarak görülmüş, eş seçiminde söz sahibi olabilmiş,  kocalarından ayrı mal edinme hakkı tanınmış, sosyal ve dinî hayatta önemli görevler üstlenmişlerdir. Dinî merasimlere dahi katılmakla kalmayıp, bu merasimlerde başkanlık yapabilmişlerdir, Kutluğ Han öldüğünde eşi Bilge Hatun’un oğullarının velisi olarak onun yerini almış olması,  bu konuda oldukça dikkat çekici tartışmasız somut bir örnektir.

Kadınların özgürlüğü ve kadın erkek eşitliği dahası kadınların sosyal yaşamın içindeki rolüne ilişkin; “eski Türk gelenek ve görenekleri” ne karşı, dönemin “egemenleri”nin öylesine “resmi bir karşı koyuş”u yaşanmıştır ki,bu durumu “13.yüzyıl Anadolu’sunda”bile  tüm çıplaklığı ile görmek mümkündür.

Dönemin egemenlerince ve Mevlana tarafından, Ahi Evran’ın kayınbabası Kirmani’nin “kadınlarla bir arada oturması” eleştirilmiştir.

Niğdeli Kadı Ahmet bu duruma “garazkörlük numunesi” göstererek Niğde, Aksaray çevresinde ki Tabduklular’ın, “kadınlı erkekli Tasavvufi sohbet meclisleri”nde bulunmalarını, kız ve karılarını başkalarına “piş-keş” etme şeklinde anlatmış, Salih Peygamber zamanındaki kötülüklerin bu Taptuklar arasında devam ettiğini bile öne sürmüştür…

Bilindiği gibi burada geçen “Tapduklar”,  Yunus Emre’nin Şeyhi, “Tapduk Emre” ile direkt alakalıdır.

Ahi Evran’ın kayınbabası Kirmani ve benzer “Türkmen dervişlerine” yönelik bu saldırılar aslında “Arap-Acem” cephesinden bir saldırıdır.

Nitekim ‘Hacı Bektaş vilayetname’sinde bunun tersine “Kirmani’nin kızı ve Ahi Evran’ın eşi Fatma Hatun için ‘Büyük bir Mürşide olduğu, yalnız genç kızları va hanımları değil, erkekleri de irşat ettiği” anlatılmış “keşif ve kerametlerinden” birçok örnekler verilmiştir.

“Kadınlı erkekli bir arada zikir ve meclislerde bulunma” adetleri, eskiden bu yana Türkmen Mutasavvıflarının adet ve gelenekleri olmakla kalmamış, Anadolu Selçukluları zamanında Türkmenler arasında da yaygınlık arz etmiştir.

Ahi Evran’ın kayınbabası ve eşi “Baciyan-ı Rum” örgütünün başı Fatma Bacı’nın (Kadıncık Ana) babası Evhadu’d-Din Kirmani de bu meşrebin öncüleri arsında olmuş, bu yüzden de “dönemin egemenleri” ve Mevlana’nın ağır eleştirilerine maruz kalmıştır.

Mevlana’ya, “Kirmani’nin genç delikanlılarla Sema durduğu fakat çok iffetli davrandığı” söylendiği zaman Mevlana;’ “Keşke o kötülüğü yapsaydı da bu adet sona erseydi kötü yol olduğu bir an önce anlaşılmış olsaydı.” demiştir.

Ahi Evran’ın eşi ve Kirmani’nin kızı “Fatma Bacı”nın başında bulunduğu “Anadolu Bacıları” örgütü( Baciyan-ı Rum)de, “Ahilik teşkilatı” ile birlikte kurulmuştur.

Bir anlamda Ahiliğin “kadınlar kolu” olan bu örgütü meydana getiren Ahiler’in kızları ve hanımları da Kayseri’de ki bu sanayi sitelerinde kendilerine uygun sanat dallarında hizmet vermişlerdir.

Bu gün tüm yabancı araştırmacıların gözünde bile  “13.yüzyılda, Anadolu’da kadınlar yönüyle şaşırtan bu durum”u; “eski Türk gelenekleri” inde aramak gerekir.

Nitekim Eski Türk geleneklerinde  “kölelik” olmadığı gibi “cariyelik” geleneği de yoktur.

Eski Türk toplumlarında en önemli sosyal birlik olan ailenin temeli görevini gören kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesindeki yeri bir hayli zirvededir.

Kadını bu denli yücelten bu geleneğin ve kültürün tam da orta yerinde Kadınlarımız, kendilerini şeytan gören, eksik gören geri yobaz toplumların yönetim tarzlarına teslim olması asla mümkün olmayacaktır.

Bugünkü dünyamızda gerek devlet yapısını gerekse toplum hayatını ve hayatın içinde kadınlarımızın rolünü “Sünni ya da Şii; tarihsel devlet formları ile sınırlamanın vahim ve çatıştıran sonuçlarını” ibretle izliyoruz.

 21.yüzyılda iyi yönetim, ancak özgürlükçü demokrasi ve hukuk sistemi ile mümkündür…

Nitekim “Sünni ya da Şii din devleti girişimleri” hiçbir yerde iyi bir sonuç vermemektedir.

 CUMHURİYET DEVRİMLERİ SAYESİNDE

Nihayet Türklerin kadınlara yönelik bakış açısı etkilendiğimiz Arap-Acem coğrafyasının kötü sosyal-kültür geleneğine rağmen “kadınlara seçme ve seçilme Hakkı’nın ilk örneğinin bizde verilmesi, Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkının Tanınması”, bu eski kültür genlerimizin şahlanışı gibidir.

Cumhuriyet Devrimleri’iyle;

  • Türk kadını, bir birey, bir kişi olarak kabul edildi.
  • Tek eşlilik esas alındı, Kadın cariye olmaktan kurtuldu. Erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldı.,
  • Kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu, 17 şubat 1926’da kabul edildi.
  • Mahkemede dava açma, şahit olma hakkı tanındı.
  • Mirastan ” erkek evlat ” gibi yararlanma hakkı tanındı.
  • Her mesleği yapabilme hakkı tanındı.
  • Türkiye’de kadınlara ilk olarak 20 Mart 1930’da belediye seçimlerde oy kullanma hakkı tanındı.1933 yılına gelindiğinde Köy Kanunu’nun da yapılan değişiklikle kadınlar artık muhtar ve heyetlerine seçme ve seçilme hakkına da sahip oldu.
  • Milletvekili seçimlerinde oy hakkı ise ancak dört yıl sonra geldi.5 Aralık 1934’te anayasada yapılan değişiklik ile artık Türkiye vatandaşı kadınlar da parlamento seçimlerinde oy kullanmaya başladı. Kadınların ilk kez oy kullandığı ve aday olabildiği TBMM 5’nci Dönem seçimleri 8 Şubat 1935’te yapıldı. 17 kadın milletvekili ilk kez TBMM’ye girdi. Ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı.

…Evet, tüm bunlar  “Atatürk Devrimleri”sayesinde oldu.

Atatürk, kadınlara çok sayıda Avrupa ülkesinden daha önce, bu birçok demokratik hakkın verilmesini sağladı.