19 Mart 2024

İlkel Sömürgeciliğin Kılıcının Kırıldığı Yer: ÇANAKKALE

Anadolu’da binlerce nefer gibi, Kırşehir’in  Mucur ilçesi Devepınarı köyünden, genç eşi Elif’i (Karkın köyünden gelme) toprağa verdikten iki ay sonra Çanakkale ye koşan, dedem,  ”Ali Oğlu Ömer” kanını ve canını o topraklarda bırakıp, köyüne dönememiş, bu şehit dedemin oğlu babam “Ömer Oğlu Ali” kundakta kaybettiği annesinden sonra da 2 yaşındayken de babasını da kaybetmiştir.

Yetim babamı; Halası  (Çanakkale’de şehit olan Hacı Ali Oğullarından, Ali oğlu Ömer dedemin bacısı)  “Gelin Meryem”  büyütür.

Bizim aile bu yönüyle Çanakkale vurgunludur. Nitekim yetim babam, kendini ve aileyi yeniden ayağa kaldırmak için tek başına çok çırpınacaktır.

Buğun 8 Haneli küçücük köyümüzde sadece anlatımlarda değil, yeni yer adlarına göre güncellenmiş resmi şehitler listesinde,( ŞEHİTLERİMİZ: Osmanlı-Rus, Osmanlı-Yunan, Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya, İstiklâl, Kore, Kıbrıs, İç Güvenlik / 5 Cilt TAKIM, Milli Savunma Bakanlığı Yayın. 1998) dedemle birlikte 7 Çanakkale şehidi bulunmaktadır. Köyümüzün buğun hayatta olmayan Çavuş amcası (Mustafa Şahin) bana köyümüzün hemen altında ki ören eski taş evlerin yıkıntı viran halini göstererek söyle demişti:
“Köyün altındaki Bu virane yerler Çanakkale’ye gidip de dönemeyenlerin evleriydi. Erkekleri dönmeyince kadınları uzak yerlere Er’e (kocaya) gittiler. Çok yuvalar bozuldu. İşte bu yıkıntılar onlardan kalanlar….”

Tüm Çanakkale şehitlerine ve dedeme mihnet ve saygıyla…

***

 

 İlkel Sömürgeciliğin Kılıcının Kırıldığı Yer:

ÇANAKKALE

Çanakkale’yi;11. ve 12. Yüzyılda başlayıp devam eden Sömürgecilik, Kolonyalizm ve de Emperyalizm denilen olgunun duvara tosladığı yerin adı olarak kaydetti dünya  tarihi…

Dünya tarihinin ilk büyük ve küresel çatışması, bir anlamda ilk paylaşım savaşı olan I. Dünya Savaşı’nın seyrine etki ederek savaşın süresini uzatan Çanakkale Savaşı; dâhil olan bütün tarafların büyük kayıplar vermesine neden olurken, binlerce kilometrelik deniz yolculuğunun ardından Çanakkale kıyılarına gelen yaklaşık yarım milyonluk İtilaf ordusu yüz binlerce kayıp vererek geri dönmüştür. Çanakkale Boğazı’nda bedenleriyle bir set ören “Osmanlı Ordusu” nun kaybı 250 bin kişiyi geçmişti.

“Üzerinde güneş batmaz” denilen imparatorluğun, Büyük Britanya İmparatorluğunun,
Kara Avrupası’nın en büyük imparatorluğu denilen Fransa’nın,1807 -1808’lerde “Yaşasın Doğu’nun İmparatoru, Yaşasın Batı’nın İmparatoru” diye haykıran I. Alexandr ve I.Napolyon İmparatorlukların ardıllarının askeri dehalarının, teçhizatlarının kar etmediği ve de “İlkel sömürgeciliğin kılıcının kırıldığı yer” oldu Çanakkale

Nitekim İngiliz General Aspinall Oglander,  Çanakkale yenilgisinin ardından;

Türk askerinin savaş ve dövüş hususunda sahip bulunduğu niteliğin önceden fark edilmemiş olması, İngilizler için felaket olmuştur… Türk askerinin ne yaman muharip olduğunu İngilizler, kendileriyle dövüştükten sonra acı tecrübeyle anlamışlardır.” Derken, İngiliz tarihinin önemli devlet adamlarından biri olan Winston Churchill, Türkler, Çanakkale’yi zorlayan çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına adeta bir kale gibi dikilmişlerdir” diyecekti.

İtilaf Devletlerinden İngiltere donanma bakanlığı da yapan Churcill, Mustafa Kemal’e “kaderin adamı” der. Gerçekten de Mustafa Kemal, verdiği kararlar ile askerî dehası ve öngörüsü ile milletinin kaderini tayin etmiştir.

Kaderin cilvesidir ki Türkleri küçümseyen ve “Kolayca yenilip yutulur” diyen, sadece donanmayla Çanakkale Boğazı’nın geçip, sonrasında da rahatça İstanbul’a ulaşılabileceğine şiddetle inanan bu İngiliz Donanma Bakanı Churchill görevini bırakmak zorunda kalacak, Çanakkale savaşına kadar olan başarılı siyasi kariyeri 1915 Gelibolu yenilgisinden sonra düşüşe geçecek,Çanakkale’de’de uğradığı başarısızlığın mimarı olarak Britanyalılar önünde  soğuk terler dökecekti.

 TÜM CEPHELERDE İÇ AÇICI OLMAYAN MANZARAYA KARŞIN

Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları’nda oynadığı role İngiliz resmi kayıtları şu şekilde not düşecektir:

“Tarihte bir tümen komutanının üç muhtelif yerde vaziyete nüfuz ederek yalnız bir muharebenin gidişine değil, aynı zamanda bir zaferin akıbetini celbi, bir milletin mukadderatına tesir yapacak vaziyet ihdasına nadiren rastlanır.”

Birinci Dünya Savaşında Tüm cephelerde iç açıcı olmayan manzaraya karşı savaş bir cephede, Çanakkale’de gerçekten başka türlü seyretmiştir.

Fransız tarihçi ve Türkolog, İslam ve Osmanlı tarihi uzmanı Robert Mantran; Çanakkale Savaşı için şöyle yazacaktır:

“Tüm cephelerde iç açıcı olmayan manzaraya karşı savaş bir cephede, Çanakkale’de başka türlü seyretmektedir. İtilaf devletleri orduları dalgalar halinde gelip Gelibolu istihkâmlarının eşiğinde ölecek ancak tek bir kilidi bile söküp atamayacaktır. Tüm bu Türk birliklerinin başında genç bir albay canla başla savaşmaktadır ve adı da Mustafa Kemal’dir onun…

30 Haziran 1913 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Alman Askerî Misyon Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığına atanan,1915 yılında Gelibolu ve Çanakkale Boğazı’nı savunan 5. Ordu Komutanlığı görevini ifa eden, bu görevindeki başarıları nedeniyle Osmanlı Ordusu‘nda Müşir rütbesine terfi ettirilen Otto Liman von Sanders’de “Türkiye’de Beş Yıl” isimli kitabında, Arıburnu’nda gerçekleştirdiği başarılı harekât nedeniyle, Mustafa Kemal’i şöyle övmekteydi:

 “İlk şeref ikballerini Bingazi Sancağı’nda toplamış olan Mustafa Kemal Bey, sorumluluk yüklenmekten korkmayan doğuştan bir şefti. 25 Nisan sabahı 19. Tümeni’yle kendiliğinden düşmana saldırmaya karar verdi, onu kıyıya sürdü ve sonra üç ay boyunca kendisine yapılan çetin saldırılara inatçı ve sarsılmaz bir şekilde karşı koydu. Onun azmine tam olarak güvenebilirdim.”

Evet, Mustafa Kemal Türk kamuoyunda “Çanakkale Kahramanı” olarak hak ettiği bir unvanla anılması kadar, sadece Türk tarihine değil dünya savaş tarihine geçen Arıburnu’nda askeri birliklere verdiği şu emirle de hatırlanıyor:

Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.”  

***
“MUKADDES ŞEHİTLERİMİZİ DERİN VE EBEDÎ BİR HÜRMETLE…”

Birinci Dünya Savaşının daha başlangıcında güçlü İngiliz ve Fransız donanması Çanakkale Boğazından geçerek başkent İstanbul‘u bombardıman tehdidi altında baskıya alarak Almanya müttefiklerinden biri olan Osmanlı devletini savaş dışı bırakma planı böylece yenilgiyle sonuçlanıyor, birleşik donanmanın Marmara’ya girişine izin verilmiyor, çileden çıkan İngiliz ve Fransızlar Avusturalya ve Yeni Zelanda askerleri ile takviye ettikleri birlikler ile Gelibolu yarımadasına zorlarken dünya tarihinin en kanlı savaşlarından birini başlatmış oluyorlardı.
Birinci Dünya Savaşı boyunca doğudaki iç acıcı olmayan manzaralara karşı Çanakkale cephesinde Türk gücü ve vatanseverliği anlaşma devletlerini resmen yenmiştir. İstanbul böylece kurtulmuştu.

Şayet Çanakkale geçilseydi; II. Mehmet’in fethiyle, Osmanlı devletine başkentlik yapan İstanbul da düşecek, koca bir imparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğması bile, belki de mümkün olmayacaktı.

Çanakkale Savaşı’nda ölen binlerce kişi arasında 25 Nisan 1915′te Gelibolu yarımadasına çıkarma yapan Avustralyalılardan 8500, Yeni Zelandalılardan da 3000 kişinin varlığından söz edilir.

Gelibolu’da yaşadıkları hezimetin kendilerine millet olma bilinci kazandırdığına inanan Avustralyalıların Çanakkale Savaşı’na bakışları, savaşla manevi bağ kuran hatırı sayılır bir çoğunluğun Türk algısını olumlu yönde hala doğrudan etkilemektedir. Çanakkale yenilgisini kendi ulus tarihlerinde önemli bir dönüm noktası olduğuna öylesine inanmışlar ki;  sonradan “Anzak Koyu” adı verilecek olan Arıburnu’na çıkarma yaptıkları günü (25 Nisan) resmî bayram ilan etmişler, yaptıkları Gelibolu ziyaretlerinde, koylardan aldıkları kum taneleriyle Avustralya’ya döner olmuşlardır

Esasen 1. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’nin yanında çeşitli cephelerde savaşmak üzere büyük kuvvetlere ihtiyaç duyulduğunda Avustralya ve Yeni Zelanda’dan İngiltere’nin savaşına katılmak için ayrılan birlikler, Gelibolu’da savaşa girmeden önce Mısır’a getirilmişler ve burada gördükleri savaş eğitimi sonrasında Çanakkale’ye taşınmışlardı. İste bu Avustralyalılardan bir gazeteci ve yazar Alan Moorhead’ın savaşa ilişkin yorumu bir hayli dikkat çekicidir:

“Avrupa diplomasisinin çıkmazlarında ihtiyatla yolunu arayan ve Avrupa Devletleri’nin birbirine düşmüş meclislerinde kendi lehinde fırsatlar kollamaya çalışan ürkek ve tereddütler içindeki Osmanlı, artık yerini, dimdik adeta mağrur ve kendine güvenen, kendi hayatını yaşamaya azmetmiş, düşmanlarına tam bir istihfafla bakan şahsiyete bırakmıştı.”

Neden sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 Mart 1934 tarihinde Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde yaptığı büyük bir saygı gören konuşma tüm dünyanın kulaklarında hala çınlamaktadır

“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Ruşen Eşref’in  (Ünaydın) savaştan sonra,28 Mart 1916’da Mustafa Kemal’le Şişli’deki evinde yaptığı mülakatta Mustafa Kemal yönettiği subay ve erler için şu sözleri söylemiştir:

“…. Zabitlerimiz, askerlerimiz hissiyat-ı vatanperverane ve diniyyeleriyle, şeceat-i mahsûsa-i milliyeleriyle bu derece kuvvetli bir düşmana karşı payitaht kapılarını muhafaza etmekte şayân-i iftihar bir mevki’ kazanmışlardır. Kumanda ettiğim bilumum kıtaların zabıtanını ve efradını birer birer takdir ederim. Bu ulvî maksat uğrunda canlarını kahramanca feda eden mukaddes şehitlerimizi derin ve ebedî bir hürmetle yâd ederim” (Ruşen Eşraf Ünaydın, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, Ankara, 1981, s.47-48.)

18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi‘nin 106 Yıldönümünde, Çanakkale’de, tüm imkânsızlıklara rağmen vatan için canları pahasına savaşan tüm şehitlerimizi, Mustafa Kemal Atatürk ve askerlerini saygıyla, minnetle anıyoruz…

***

 “OSMANLI İMPARATORLUĞU SADECE SAVAŞI YİTİRMEMİŞDİ..”

 Çanakkale’deki başarılara karşın Birinci Dünya Savaşı boyunca doğu cephesindeki manzara hiç de iç açıcı değildir.

Irak cephesinde Türk kuvvetleri Kut-ül Amare’yi boşaltmak zorunda kalır. Bağdat İngilizlerin eline düşer. Filistin cephelerine yine Almanların kışkırtmasıyla ile giren Türk birlikleri çekilmek durumunda kalır. Almanya’nın çok gelişkin sanayisine rağmen İngilizlerin denizlere egemen olması nedeniyle dünyanın diğer bölgeleriyle ilişkileri kesilir. Henüz tarafsız olan Amerika Birleşik Devletleri İngiliz ve Fransızlara yoğun silah satışında bulunur. İngiliz ve Fransızlara savaş malzemesi taşıyan Amerikan gemilerinin birçoğu batırılır. Artık Amerika Birleşik Devletleri “Anlaşma Devletleri”nin yanında, savaşın içindedir artık…

Genç, dinç ve güçlü Amerika Birleşik Devletleri Batı Avrupa cephelerine birlikler akıtır.. Rusya’nın 1918 başlarında savaştan çekilmesi durumu değiştirmez. Batı cephesinde iyice güçlenen anlaşma devletleri, Almanları geri atarken Osmanlı Devleti’nin güney cephelerini de çökertmiştir. Bozguna uğrayan Almanya’da artık iç ayaklanmalar başlar. Savaş 1918’de anlaşma devletlerinin üstünlüğü ile sonuçlanır.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde dört imparatorluktan ikisi çöker ve parçalanırken diğer iki imparatorluk ta hem nitelik değiştirmiş, hem de ufalmıştır.

Bir uluslar mozaiği olan Osmanlı, “Ulusal Devrimler Çağı”nın karşı konamaz ateşiyle karşılaşıyor, imparatorluğun yapısı içindeki birimlerde dağılma sürecine giriyordu ki, bu tarihi gelişim süreci içinde kapitalizm ve burjuva devrimlerinin Osmanlı imparatorluk yapısını ulusal devletlere bölerek parçalamasından başka bir şey değildi.

Osmanlı İmparatorluğu sadece savaşı yitirmemiş, itilaf devletlerinin işgaline boyun eğerek kâğıt üzerinde “bağımsız devlet” olmuş, Talat, Cemal ve Enver Paşalar halktan yakalarını kurtarmak için Alman gemisi ile Odessa’ya oradan da Berlin’e geçer. Savaş alanlarında ölmüş yüz binlerce asker can alıcı salgın hastalıklar, kıtlıklar, karaborsa ve sefaletin tüm öfkesi Enver Paşa’nın başında bulunduğu “İttihat ve Terakki”nin yöneticilerini hedef alır. Giderek sarayla iç içe olan “İttihat ve Terakki Partisi”nden doğan boşluğu yine saraya yakın ve sonradan ulusal direncin karşısında saf tutacak “Hürriyet ve İtilaf Partisi” doldurmaya başlar.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonu bırakın Osmanlı sınırlarını, Anadolu’da son Türk varlığının kalmasını bile riske atmıştır.

Falih Rıfkı Atay’ın anlatımlarıyla;

“1.Dünya Savaşı’na 22 milyon nüfus, 1milyon 700 bin kilometre kare toprakla girilmiş, savaş sonrasında toprakların yaklaşık 1 milyon kilometre karesini, nüfusunda 12 milyonunu kaybetmiştik. Ulus peş peşe seferlerden sonra bu seferde açlığın kıtlığın pençesinde tükenir olmuştur.” 

Koskoca bir imparatorluğun asıl dayanağı ve anavatanı olan Anadolu’da kıtlıklar, salgın hastalıklar, yıllarca süren savaşların izleri bir türlü kapanmamıştır.

Cezayir, Tunus, Trablus gibi yerler için Anadolu’nun en babayiğit gençleri toplanmış, binlerce gencin önemli bir kısmı bir daha dönmemek üzere Yemen’e sevk edilmiş, Anadolu insanı ve serveti görülmemiş bir şekilde harcanmış, Edirne’de, Manastır’da, Şam’da, Bağdat’ta askeri idadiler kurulmasına karşılık Sivas’tan İzmir’e uzanan koskoca Anadolu coğrafyasında tek bir “askeri idadi” kurulmamış, Bu coğrafya ’da Türkmenler maddi olarak telafisi imkânsız zararlara uğramış ve giderek yoksullaşmıştır.

Osmanlı Devleti’nin son savaşı olan I. Dünya Savaşı, tüm toplumu da eritip yok olma noktasına getirmiş, birçok cephede yaşanan sayısız ölümler,  cephe gerisinde yaşanan sorunlar ve de cephelerde savaş şartlarına ya da gerisinde bıraktıklarına dayanamayan askerin bir kısmının firari eşkıyalığı azdırmış, üretici erkek nüfusun silah altına alınmış olması üretim faaliyetleri aksatmış, köylerde, kazalarda ilçelerde ve şehirlerde hayat pahalılığı, karaborsacılık, açlık, hırsızlık eşkıyalık olağan vakalar haline gelmiş, salgın hastalıklar yayılmış,  Anadolu topraklarında büyüyen firar ve eşkıyalık hadiseleri ancak 1930’lara doğru ortadan kaldırılabilmiştir.

Kırşehir ili Mucur İlçesi Küçükkavak Köyü’nden Birinci Cihan Harbi’nde Çanakkale Cephesinde kocasını, oğulları Mehmet, Hasan, Sali ve Ali’yi Çanakkale’de şehit veren,  Aşık Sülük Hüseyin‘in kızı Haçça Kadın; Küçükoğlu Hüseyin ile kalakalır köyünde. Bu acıyı aşağıdaki ağıtla dile getirir:

 

Bülbüller ötüyor seher çağında,
Kan damlıyor kekilinin yağında,
Yar ayrıldı ciğerimin bağında,
Kader böyle imiş kime ne deyim.

 

Kucağımda çekip yâri aldılar,
Aldılar da yâd ellere saldılar,
Kollarımı ta kökünden kırdılar,
Kader böyle imiş kime ne deyim.

 

Aşağıdan gelir atlı araba,
Güvenilmez İngiliz’e Arap’a,
Şimdi gönül bağım viran haraba,
Kader böyle imiş kime ne deyim.

 

Çanakkale haramiden geçilmez,
Kan olmuş suları bir tas içilmez,
Ali’m küçük el içinde seçilmez,
Kader böyle imiş kime ne deyim.

 

Mehmet’imin iki kolu sırmadan,
Hasan’ınımın bıyıkları burmadan,
Sali yavrum muradına doymadan,
Kader böyle imiş kime ne deyim.

 

Körpe kuzulara ağlıyor Haçça,
Bize sebep oldu şu soyka maçça,
Kametim büküldü ak düştü saça,
Kader böyle imiş kime ne deyim.

(Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları – Baki Yaşa Altınok, Oba Yayıncılık, Mayıs – 2003, Ankara, s.233-234-235)

 

1.Dünya Savaşının sonunda Anadolu bütünüyle buhranlı bir döneme girmiş, seferberliğin daha ikinci yılında asker kaçakları irili ufaklı çeteler kurmuş, halk ordudan da, hükümetten de, çetelerden de bezgin hale gelmiş, “haraç” önemli bir gelir kaynağı oluvermiş, dirlik düzen tümden bozulmuştu.

***

YIKIMLAR İÇİNDE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ DOĞUYOR!

Askerî başarılarından dolayı çevresinde dürüst ve ünlü bir kişi olarak tanınan Mustafa Kemal Paşa’nın Böylesi yorgun bir coğrafyada içinde milletiyle birlikte yeni bir Türk Devleti yaratarak kurtuluşu bu yolla sağlamayı benimsemiş, Çanakkale de savaştığı yedi düvele karşı Anadolu topraklarında Kurtuluş Savaşının ve “Anadolu İhtilali”nin kıvılcımını ateşleyerek muzaffer olmuştur.

Savaş meydanlarında pişmiş ve ispatlanmış ”Askeri deha”lığını, “Modern Türk Devletinin Kurucu Önderi” olarak “devlet adamlığı” ile taçlandıracaktır.

Birinci Dünya Savaşında yenilen ve şartları ağır bir antlaşma imzalayan Osmanlı Devletinin çöküşü üzerinde Mustafa Kemal önderliğinde girişilen Kurtuluş Savaşının sonunda yeni bir Türk Devleti hayat bulmuştur.

Osmanlı Devletinin enkazının külleri üzerinde yeni Türk Devletini kurmak üzere, arkadaşlarıyla Anadolu’ya geçmek üzere yola çıktıklarında kuracağı devletin şekil ve mahiyetini belirlemişlerdi ve bunu bir milli sır olarak içselleştirmişlerdi.

Evet, yeni Türk devletinin “şekli”, “Cumhuriyet ”ti. 

Osmanlı devlet düzenin, Saltanat ve hilafetin aksine “Egemenlik” bir şahsa, bir aileye bir zümreye değil, “Ulus”a ait olduğu, Bu egemenliğin de Türkiye Büyük Millet Meclisinde cisimleştiği modern, laik bir hukuk devletiydi ortaya çıkan… ,

Adnan Yılmaz